"Hadi güzelliğim, bak bunu ye bari." Hyunjin sevgilisi tarafından ağzına zorla uzatılan ballı ekmeğe yüzünü ekşiterek kendini geriye çekti. Jeongin, yememekte ısrar eden sevgilisine oflayarak omuzlarını düşürdü.
Dün gece onlarda kalan Hyunjin'e ve oğluna güzel bir sofra hazırlamıştı Minho. Kendisi ve oğlu sorunsuz bir şekilde kahvaltılarını yaparken, Hyunjin midesi bulandığı için yemek yemiyordu.
Jeongin onun aç kalmaması için birşeyler yedirmeye zorluyordu ancak Hyunjin her defasında onu tersleyerek red ediyordu. Yaklaşık iki haftadır böyleydi sevgilisi. Onunla iletişim kurmaya çalışıyordu ama Hyunjin her defasında başından savıyordu.
"Tatlım, güçten düşeceksin iyice. Biraz da olsa yemek ye. İstediğin birşey varsa yapabilirim." Minho yüzündeki tebessümüyle, Hyunjin'in masanın üzerindeki elini tuttu. Hyunjin kıdemliye karşı kaba olmamak için gülümsedi.
"Teşekkür ederim efendim ama istemiyorum. Ve Jeongin'de bunu anlamak istemeyip sürekli yemek yedirmeye çalıyor." Hyunjin'in kıdemli de olan bakışları sevgilisine döndü. Orta net bir tariz varken, Jeongin yanında oturan sevgilisine anlamaz gözlerle baktı.
"Ben seni düşünüyorum Hyunjin." Elindeki ballı ekmeği kahvaltı sofrasının üzerine koydu. Artık hem sinirlenmeye, hem de içindeki kırgınlık dışarı çıkmaya başlamıştı.
"Düşünme o zaman!" Hyunjin'in kaşlarını çatıp öfkeyle bağırmasına karşılık şaşkınca bakmıştı Minho. Doğru düzgün tartışmayan ikili, iki haftadır kedi köpek gibi tartışıyordu. Bu durum kıdemliyi fazlasıyla üzer iken, yalnız değildi. Oğlu da aynı duyguları paylaşıyordu.
"Sana mı kaldı beni düşünmek!?" Hyunjin'in öfkeden saçlarının uçları kırmızılaşmış iken, Jeongin bu iki hafta içerisinde daha ne kadar kırılabileceğini düşünürken, bu sözler artık son damla olmuştu.
Jeongin, birlikteliklerinden ve mühürlendikleri günden beri sürekli duygu değişimleri yaşayan sevgilisini anlamaya çalışıyordu lakin bir sonuca varamıyordu. Hyunjin onu tersleyerek son derece kırıcı sözler söylüyor, ardından defalarca kez özür dileyip sevgilisine sarılarak ağlıyordu.
Bu durumdan kendisini suçluyordu Jeongin. Belki de Hyunjin pişman olmuştu, o an aklı yerinde değildi. Yapmamalıydı Jeongin, mühürlememeliydi onu. Ama yapmıştı ve şimdi kendisini suçlayan şekilde, adeta bir mızrak gibi beynine saplanan düşünceler bitiriyordu onu.
"Hyunjin biraz sakin ol-" Minho yemek yemeyi tamamen bırakarak Hyunjin'e sakin olması gerektiği hakkında bir açıklama yapacak iken, size afiyet olsun diyerek sofradan kalkan oğluyla "oğlum nereye?" Diyerek kendiside ayaklandı.
"Akşama bizimkiler gelicek ya, gidip çarşıdan biraz alışveriş yapayım. Ellerine sağlık baba." Jeongin başını eğerek dolu gözlerini gizlemeyi başarsa bile, sesi ağladı ağlayacak tonda titrek çıkmıştı. Dünden alışveriş yapan Minho sesini çıkartmayarak, oğlunu biraz yalnız bırakmayı seçti.
Hyunjin dedikleri için pişman olurken ağlamamak için kendini sıkıyordu, kahvaltı sofrasında oturmaya devam ederken. Minho anlayışla gülümseyerek oğluna kısa, ama destek olduğunu hissettiren de bir sarılma verdi.
"Dikkatli ol küçük tilkim." Jeongin babasının sarılmasına karşılık verdiği zaman ağlamasını tutamayacağını bildiğinden, karşılık vermedi.
Başını olumlu anlamda sallamakla yetindi. Babası onun yanaklarına sulu öpücükler verdiğinde burukça gülümsedi. Minho, oğlu bir yere gideceği zaman onu uğurlarken mutlaka yanaklarına sulu öpücükler verirdi. Jeongin buruk gülümsemesini yüzünden silmeden babasının yanağını öptü. Daha sonra veda ederek evden ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
RandomO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!