Beklemek... nasıl bir histi acaba?
Belki okuduğumuz bir kitabın yeni serisini heyecanla beklemekti bu his. Belki de severek takip ettiğimiz bir grubun yeni şarkısını merakla beklemekti bu his. Veya yarım saat sonra olacağın bir matematik sınavını stresle beklemekti. Yada kendini geliştirmek için attığın o kaygılı adımların sonucunu beklemekti bu his.
Veya gelmeyeceğini, tekrar bir arada olamayacağınızı, yaşanmışlıklar yüzünden o eski mutlu anlarınıza dönemeyeceğinizi bildiğiniz bir insanı umutsuzca beklemekti bu his.
Aptalca mıydı? Belki. Acı verici miydi? Kesinlikle.
Tabi çeşitli hislerin içinde korkuyla, endişeyle beklemekte vardı. Misal salonun çeşitli bölgelerine oturarak endişe,merak ve korkuyla, Jeongin'in odasındaki yatakta bilinci kapalı bir şekilde yatan kıdemliyi bekleyen insanlar gibi.
Dışarıda şiddetli şimşekler çarparak, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur eşliğinde bekliyorlardı. Yıllar sonra yağan yağmur, halkı meydanlara dökmüştü. Minho'nun ailesini kaybettiğinden beri sihirle su ihtiyaçlarını karşıladıklarından, suyun özüne hasret kalmışlardı. Bir bebeğin annesinin kokusuna hasret kalması gibiydi bu özlem.
Tabi nereden bilebilirlerdi ki kahkahalar atarak altında sevinçten dans ettikleri suyun, camlarını kırmak istercesine denk gelen her bir yağmur damlasının, kıdemlinin içindeki fırtınanın, içinden akıttığı göz yaşlarının ta kendisiydi.
Ancak iki kişinin hissettiği duygular öylesine yoğun, öylesine acıydı ki. Jeongin ve Jisung... Oturdukları koltukta tanrılara dua ederek, bir an önce Minho'nun uyanmasını diliyorlardı.
Minho'nun bayılmasının ardından, Scarlett bir şifacı olduğundan hemen müdahale etmişti ona. Felix zorlu geçirdiği doğumundan sonra yorgunlukla kendini uykunun kollarına bırakmış, hiç birşeyden haberi olmadan uyuyordu. Eh, hal böyle olunca da Minho'yu mecburen Jeongin'in odasındaki yatağa yatırmışlardı.
Kıdemlinin panikle Jisung tarafından kucağına alınarak evin içerisine taşınmasıyla diğerlerinin dilleri tutulmuş, bir süre öylece donup kalarak, liderlerinin yaşadığının şokunu atlatmaya çalışmışlardı.
Jeongin'in odasında yalnızca yatakta bilinci kapalı bir şekilde yatan Minho ve ona, evde bulunan otlarla kendisinde bulunan otları birleştirerek müdahale eden Scarlett vardı. Jeongin ilk başta güvenmeyerek karşı çıksa da, babasının gittikçe kötü bir duruma düşmesiyle kabul etmek zorunda kalmıştı.
Oturduğu koltukta ayağıyla ritim tutarken, aralık bacaklarının diz kapağına yasladığı dirseğiyle birleştirdiği ellerini sıkıca birbirine kenetlemiş, bakışlarını mavi damlalar olan zeminden ayırmıyordu. Babasının burnundan akan mavi damlalar zeminin ve halının çeşitli yerlerini kirletmişti hep.
Babasından kalan damlaları gördükçe gözleri saniyelik doluyor, daha sonra ağlamamak için gözlerini kapatarak kendini tutuyordu. Sırtında hissettiği destek verici okşama ile yanında oturan bedene baktı. Hyunjin ona tebessüm ederek başını omzuna yasladı. Eli Jeongin'in sırtından ayrılmaz iken diğer eli, onun kenetlediği ellerinin üzerine giderek tuttu.
"Kıdemli çok güçlü birisi. Ona birşey olmayacak, korkma." Jeongin'in gözünden yaş damladığında sevgilisi tarafından silindi.
Gök gürültüsünden dolayı ağlayan yeni doğmuş olan bebeğe kaydı, koltukta oturup biran önce gitmek için bekleyen Niki'nin gözleri. Changbin bebeğini sakinleştirmek için ayağa kalkarak olduğu yerde, kucağındaki kızıyla sallanırken Chan ve Seungmin'de ona yardımcı olmaya çalışıyordu fakat nafile. Bebek yüksek şimşek seslerinden dolayı ağlıyordu devamlı olarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
RandomO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!