"Benimle ne konuşmak istiyorsun?" Jisung ellerini cebine sokmuş halde oğlunu takip ederken meraklı bir şekilde sordu sorusunu.
Çıktıkları bahçede, evin önünde dizili olan geniş kütüklerin üzerine oturdular. Jeongin konuşmak için dudaklarını araladı ancak Jisung, çarprazlarında bulunan küçük seraya baktığında aklına gelen anılarla kıkırdadı.
"Ne oldu, komik birşey mi var?" Jeongin her ne kadar ciddi sorsa dahi, ses tonunda ki gerginlik elle tutulur cinstendi.
Jisung ile yapacağı konuşma onu kaygılandırıyordu, bugün duygularından bahsedip kendini ona açacak olmanın gerginliği gitmiyordu bir türlü üzerinden. Jeongin bu gerginliği saçma, aynı zamanda da tuhaf buluyordu.
Sonuçta onun öz babası değil miydi, neydi onu bu kadar geren? Halbuki kendi babasından çekinmemeliydi, düşündüklerini rahatlıkla dile getirebilmeliydi.
"Küçükken bahçede oynamaya bayılırdın. Sürekli," az önce gözüne çarpan yeri gösterdi işaret parmağıyla. "O bataklığa düşüp dururdun. Sonra Minho babanın koynuna sokulup ağlardın. Ben eve gelince de yanaklarımla oynardın." Maziyi anlatmak yüzünde buruk bir tebessüm oluşmasına neden oldu. "Hatta bazen ısırırdın bile." Jisung kıkırdağında, Jeongin'de elinde olmadan kıkırdadı.
"Geçmişe dönebilmeyi çok isterdim. Zamanı geriye alıp hatalarımı telafi edebilmeyi..." Daha sonra gözlerini oğluna çevirdi. Geçen sefer Jeongin'in dediği cümleyi söyledi. "Ama alamam, biliyorum..." Ses tonu pişmanlıkla kısılırken bakışlarını ellerine çevirdi.
Jeongin bir süre onun yüzünde gezdirdi bakışlarını. Yanında babası değilde, tanımadığı birisi oturuyormuş gibi diken üzerindeydi. En sonunda sevgilisinin dediğini yapmaya karar vererek derin bir nefes alıp verdi. Bugün düşüncelerini onunla paylaşacaktı.
"Bende zamanı geriye almayı çok isterdim ama tekrar yaşamak isteyeceğim bir geçmişim olmadı." Jisung onun konuşmasının bitmesini beklemeye başladı. Tüm dikkatini ona verdi.
"Sizinle geçirdiğim sayılı anları hatırlamıyorum ama daha fazla anı biriktirmek isterdim. Tabi o gün yaşanmasaydı... O günden sonra hayatımın tamamiyle değiştiğini fark edemeyecek kadar küçüktüm. Artık yalnız olduğumu anlamayacak kadar küçüktüm." Jeongin yutkunarak konuşmasına devam etti.
"Bay ve bayan Yang beni evlatlık edinene kadar, yetimhanede zaman öylesine hızlı geçmişti ki. Ne zaman 14 yaşıma gelip oradan çıktığımı idrak edemedim bile."
"Orada eğlenceli vakitler geçirmiş olmalısın. Bu yüzden zaman hızlı geçmiş olmalı." Jisung'un mutlu gülümsemesine tezat, Jeongin burukça gülümsedi.
"Tabi. O kadar eğlenceli dakikalardı ki günün sonunda, yediğim dayakların acısıyla kıvrana kıvrana uykuya dalardım. Acıdan hitap düştüğüm için sürekli uyumamdan dolayı zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım." Jeongin alayla hahladı.
"Ne...?" Jisung gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı.
"Yetimhanede birçok kez zorbalık gördüm akranlarımdan. Bazen benden büyük yaşlardaki çocuklar, bazen de benimle yaşıt çocuklar yaptı. Bak," üzerindeki lacivert sweatshirtün kolunu sıyırdı. Bileğinden başlayarak dirseğine kadar uzanan derin jilet izini gösterdi. "Bu yarayı ben 12 yaşımda iken yaptılar. Doğum günü hediyesi olarak." Ardından kumaş parçasını yukarı kaldırıp karnını açıkta bıraktı.
"Bunu da 14 yaşımda yaptılar, veda hediyesi olarak." 17 yaşındaki çocuklar tarafından çakmakla yapılan, orta boylardaki yanık izini gösterirken içi cızladı Jisung'un.
"Hiçbir şey diyemedim kimseye, tehdit ettiler beni. Kaçmamam için bedenimi sıkıca tutan kollar yüzünden hiçbir şey yapamadım." Jeongin kumaşı aşağı indirip yandan bir gülüş verdi ona. "Eh, geceleri yorganın altında, daha önce hiç görmemiş olduğu, onu terk eden ailesini kendi kafasında hayal etmeye çalışıp, birgün onu almaya geleceklerini düşünen küçük çocuğun elini kolunu bağlamak zor olmamıştı tabi."
"Ancak gelen olmadı. Ne korumaya, ne de sevgi vermek için gelen ailesi hiçbir zaman olmadı." Jeongin boğazında oluşan yumru gidebilirmiş gibi yutkundu sesli bir şekilde.
"Ama bir an olsun tanrıya dua etmeyi bırakmadım. Yalvardım ona. Lütfen dedim, yalvarırım kurtar beni burdan. En sonunda tanrı beni duydu. O küçük çocuğun göz yaşlarına acıdı ve ona elini uzattı." Jeongin, Yang ailesinin onu evlat edinmeye geldiği günü hatırladığında hasretle gülümsedi.
"Yang ailesi beni oradan çekip çıkardı. Sonunda dedim, sonunda bitti işkencem. Tabi nerden bilebilirdim ki daha kötüsüyle karşılaşacağımı." Aklına dolan anılarla ellerini yumruk haline getirdi öfke ve acıyla. "Yang ailesinin beni yazdırdığı lisede, eşcinselim diye yapmadık bırakmadılar. Tuvalet kabinlerinin içinde, bacaklarımda söndürülen sigaralar, çakılarla kollarıma yapılan kesikler, alayla teklif edilen seksler, köşelerde zorla bedenime sahip olmaya çalışanlar..."
"Jeongin." Jisung'un endişeyle ona seslenip sırtını tutmasıyla, deli gibi titreyen bedenini ve tırnaklarını geçirdiği deriden akan kanı fark etmeyecekti Jeongin.
Jeongin toprağa bakarak anlattıklarından, transtan çıkarken sıçradı. Yaş dolu gözlerini babasına çevirdi, ne olduğunu anlamaya çalışır şaşkın bakışlarla. Jisung onun yumruk yaptığı ellerini açtı hemen. Jeongin'in yaşlarla ıslanmış olan yanaklarını avuçları arasına aldı.
"Sakin ol Jeongin, ben burdayım. Biz buradayız." Oğlunun alnına aceleci bir öpücük verdi. "Ailen burda, hiçbir yere gitmiyor." Jeongin dudaklarını birbirine bastırıp yüzünü geriye çekti. Titreyen dudaklarını ve düzensiz nefes alış verişlerini düzene sokmaya çalışarak bekledi bir süre.
"Bay ve bayan Yang'a hiç birşey söyleyemedim. Çünkü korktum, onların da beni bırakmasından korktum. Tekrar yalnız kalmaktan deli gibi korktum. Söylesene bana, neden bu korkuları yaşadım ben? Neden o acılara sessiz kalmak zorunda kaldım?" Hüzün dolu bakışları öfkeyle parıldadı.
"Nick'e verdiğin sevgiyi bana veremez miydin? Ben acı çekerken gelip beni kolların arasına alıp koruyamaz mıydın?" Jisung itiraz etmek için dudaklarını araladığında durdurdu onu. "Yapabilirdin, sen Han soyundan geliyordun. Liderlik gücünle ve kendi yeteneğinin karşısında kimse duramazdı. Ama sen istemedin." İşaret parmağını babasının göğsünün ortasına bastırdı.
"Tıpkı işinden zaman ayırıp eşin ve çocuğunla ilgilenmek istemediğin gibi, aileni korumak istemedin. Sen bizi acılarımızla baş başa, arkanda enkaz bırakarak terk edip gitmeyi istedin. Sen aileni yüz üstü bıraktın Han Jisung." Jisung içinde tuttuğu göz yaşlarında boğuluyordu, cümlelerin doğruluğu karşısında.
"Ben sadece sevilmeyi istedim. O sadece eşi tarafından değer görmek istedi." Çatılı kaşlarıyla evin içine doğru, babasını kast ederek başını yana yatırdı saniyelik.
"Ama geriye kalan," sesinde ki canlar yakan kırıklıkla devam etti. "İzler ile dolu olan bedeniyle sevgisiz büyüyen bir çocuk ve her saniye kendisini suçlayan, hem doğmamış olan bebeğini, hemde canından çok sevdiği bebeğini kaybeden bir adam... İki yaralı ruh, iki yitik beden bıraktın."
"Sen Han Jisung, istediğin kadar özürlerini dileyip sahte göz yaşlarını dök. Açtığın yaraları kapatamazsın. Kendi ellerinle bitirdiğin aileni tekrar bir araya getiremezsin." Yüzünü sıvazlayıp ıslaklıklardan kurtuldu.
"Senin bu hissettiğin duygular sevgi mi sanıyorsun?" Kıkırdadı. "Hayır. Peter ve babamı öyle gördüğün zaman içine dolan duygu, ona beslediğin sevgiden kaynaklı olan kıskançlık değil. Peter'ın senden daha iyi olmasını kıskanıyorsun. Bu zamana kadar ondan üstün olabilmek için yapmadığını bırakmadın." Jisung ne diyeceğini bilemiyordu, yüzüne tokat gibi çarpan gerçekler karşısında dili tutulmuştu.
"İstediğin kadar başkalarını kandır ama beni kandıramazsın. Ne beni kandırmana izin veririm, ne de babamı. Onu bir daha üzmene izin vermeyeceğim." Jeongin yüzündeki sırıtışı ile ayağa kalktı. Eve doğru ilerlerken, arkasında öfke ve yenilgi içersinde kalan Jisung'a son kez döndü.
"Bu arada, tebrikler mesajını ve düğüne bekliyorum seni. Malum, eski eşinin düğününü kaçırmak istemezsin."
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.Evet bacılarım, Jisung istese gücünün tamamını kullanıp oradan kurtulur ve Minho ile Jeongin'in yanına gidebilirdi...
Az kaldı
Az kaldııı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
RandomO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!