30.09.23
İlker Haznedaroğulları
Aile evimden ayrılırken bu geldiğimiz yerden çok daha farklı bir yerde, hatta farklı şehirde oturuyorduk. O evimiz de büyüktü, hatırlıyorum da dört çalışanımız vardı. Şimdiyse üç katlı, ondan kat kat büyük evdeyiz. Sekiz temizlikçiden başka bir araba tamircisi, iki kahya -biri annemin diğeri evin- ve dört aşçımız varmış. Eve girdiğimde bana şaşkınlıkla bakan çalışanlar, birbirlerine fısıldayarak başka oğulları da mı varmış diye sormuşlardı. Evet, maalesef varım.
Abilerimden en büyüğü Batı otuz yaşında, iyi bir nörologmuş. Babamın hastanelerinde bize en yakın olanda çalışıyormuş ve gerçekten dünyaca bilinen başarılara imza atmış. Ardından gelen Kuzey yirmi altı yaşında saat fabrikası işletip modelliğini de yapıyormuş. Koluma taktığım saatleri abim üretiyormuş, haberim yok. Markası dünya çapında olduğu için birden fazla fabrikası varmış. Üçüncü son abimse yirmi dördünde Güney'di, üniversitelerde dekan olabilmek adına yüksek lisanslar yaparak kendini geliştirdiğini söylemişti annem. Kuzey'in sevgilisi olsa da evlenme taraftarı değilmiş, Güney'se sevgilisi tarafından aldatıldıktan sonra kendini eğitimine ve işine vermiş.
Hemen eve gelmek yerine acaba okul seni gözden mi çıkardı diye sorgulayan annem yüzünden hastanelerce gezmiş, kanserin tüm vücuduma yayıldığını öğrenip evimize öyle gelmiştik. Aile ne demek bilmiyorum, merak da etmiyorum. Okulda aldığımız psikolojik eğitimler, seanslar sayesinde kendimizi üzmememiz gerektiğini öğrenmiştim. Tek kaldıramadığım ölmek...
Benim için hazırlanmış misafir odasındaki yatağın üzerinde otururken tek yaptığım ellerime bakmak. Okulda çok güzel bir odam vardı, kendi zevkimize göre döşememize izin verdiklerinden Karanlık Akademi tarzı döşemiştim, öyle huzur veriyordu ki... Buradaysa zaten öleceğim diye misafir odasını ayarladılar. Kapım çalınmadan açıldığında annem içeri girdi, koltuğa geçip oturduktan sonra bir bacağını diğerinin üzerine attı.
"Bayılmaların ne sıklıkla? Yakında magazine açıklama yapacağız, iş dünyası zaten seni tanıyor ama gelip şirketlerin, fabrikaların ortağı olacağını sanıyorlardı. Öleceğinin haberini vereceğiz, güzel bir çevre toplantısıyla da ilk ve son kez kameralar karşısında görünürsün. Sonra da burada takılırsın."
"Aşırı yoğun günlerde beş, altı sefer bayıldığım oluyordu. Siz nasıl isterseniz," dedim gözlerinin içine bakarken.
"Bekleyemedin değil mi? Yani birkaç ay daha dişini sıkamadın. Şimdi uğraş dur, mezar yeri ve kıyafetler ayarla. Toplantılarla uğraş. Off!" Yüksek sesle bağırıp kafasını geriye attığında yutkundum. Diyecek bir şey bulamıyorum. Onlarca kez öz güven dersleri almak ailenin karşısında bir boka yaramıyor. "Her neyse. Ayak altında çok dolaşma, akşam yemeğine hizmetçiler çağırır."
"Siz nasıl isterseniz."
"En azından iyi eğitmişler," diye söylenerek odadan çıktığında üçüncü kz yutkundum.
Açılmamış, öylece duran bavullarıma baktığımda yapacak başka bir şey yok diye ayağa kalkıp ilk kıyafet bavulumu açtım; dolaba yerleştirmeye başladım. Birçok kez kullanılıp temizlendiği belli olan odada kendi eşyalarımı düzerken yüreğimde sadece ölümün korkusu vardı. Nasıl olacak? Ölümden sonra hayat gerçekten var mı?
Kıyafetlerimi yerleştirmeyi bitirmiş, kolilere geçmiştim ki kapı tıklandı. İçeriye gelmelerini söylerken kutumu çalışma masasının üzerine bırakmıştım. Kapı açıldığında beyaz saçlı, uzun boylu, babamınki gibi mavi gözleri olan genç biri girdi içeri. Sessizce birbirimize bakarken güldü ve başını çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlker -Erkek Versiyon
Short Storyİnsan kendi öz ailesine yabancı olur, adım attığı yerlerden korkar mıydı? Ben korkuyordum; ebeveynlerime yaklaşmaktan, abilerime bakmaktan. Çünkü onlara karşı birer yabancıdan başka bir şey değilim. -Karışmış bebek hikâyesi değil, on yedi yıllık ömr...