İlker Haznedaroğulları
Acıya alışmak imkansızdır, sinir sistemi her acıda biraz daha mahvolur ve en sonunda sizi tamamen batırır. Küçükken düşüncelerimin arasında gerçekten ölebileceğim hiç olmazdı, her zaman bir yolunu bulacağımı düşünürdüm. Öyle olmuyormuş...
"Ne kadardır bilinçsizim?" diye sorduğumda sesimi tanıyamadım. Taraklanmış, yaşlanmış gibi çıkıyordu. Gözlerimdeki kapkaranlık perde dünyayla iletişimimi kesmeye çalışsa da duramam; körlük bir bahane olamaz.
"İki hafta üç gündür." Tanımadığım bir ses açıklama yaptığında başımı aşağı yukarı salladım.
"Plan?"
"Abileriniz son hız çalışıyor; Batı Bey tüm şirketleri ve fabrikaları üzerine aldı, istihbaratla iş yürütüyor. Güney Bey ilaç ve parfümeri kategorisindeki Haznedaroğulları'na ait her isme ceo oldu. Kuzey Bey ise yeraltı dünyasına adım atarak tüm planları gerçekleştiriyor. Baha Haznedaroğulları ortaya çıkan yüzde yirmi ikilik suçları yüzünden yargılanması devam ediyor, şu anda Diyarbakır kapalı cezaevinde, tüm avukatlık şirketleriniz onun için çalışmak isterken Batı Bey herkesin önünü kesiyor; yine de el altından yardımlar yapılıyor. Bahar Haznedaroğulları'ysa kaldırıldığı Kandıra kadın cezaevindeki yemeğine özel olarak katılan eser miktarda çamaşır suyu sayesinde hastalanmaya başladı; en geç dört güne felç haberi gelir." Derin nefes almaya çalışırken ciğerimin acısıyla gözümden bir yaş düştü, eldivenli bir el yaşımı sildi. "Kanser beyninizin yüzde ikilik kısmını öldürmüş durumda."
"Hadi ya, hiç hissetmiyorum." Yaptığım alaya biri güldü, ama o siyah perde yüzünden göremedim. "Kör olmak çok berbat bir hismiş. Şu anda hava nasıl, saat kaç?"
"Hava açık gökyüzü, öğlen güneşi odanıza çok vurduğundan beyaz tüller çekili. Güneşi hissetmek ister misiniz?" Onu onayladığımda sedye hareket etti ve ne olduğunu anlayamadığım hafif sıcaklık tenimin bir kısmını ısıtmaya başladı.
"Şafağım kaç?"
"Sadece beş haftanız kaldı, ama kanseriniz tahmin edildiğinden daha hızlı yayılıyor. Bağırsaklarınızla mesaneniz dışarı alındı." Duyduklarımla midem bulanırken gözümden yine yaş düştü.
"Beni neden öldürmüyorlar?"
"Abileriniz her akşam gelip sizinle konuşuyor ve İsmail Bey de öyle. Sizden vazgeçmeyecek gibiler, duygusal bağ yüzde yüz oranda tamamlandı." Bağlanmamalarını, benden nefret etmelerini söylemiştim. Neden şimdi seviyorlar ki? "İlker Bey."
"Evet?"
"Sizi öldürmemi ister misiniz?" Bu soru bize okuldayken hep soruluyordu; acımasız geleceğe çok gizli bir okulda hazırlandığımızdan dayanamazsak pes etme şansımızdı. Ama şimdi abilerimin bana yakınlık kurduğunu öğrenip yok olmak?.. "İlker Bey?"
"Buradayım, düşünüyorum." Adamdan olumlu homurtular çıkarken tenime değen güneşi hissetmek ister gibi başımı o tarafa çevirdim. "Baha, Damat koğuşuna atılsın. Zamanında o Batı'yı nasıl pavyona sattıysa siz de onu sadist tecavüzcülerin bulunduğu damat koğuşuna atın, Bahar'ı da Hindistan'a kadınların rızasız bir şekilde köle olarak çalıştırıldığı semte gönderin. Batı kaç ay o pavyonda kaldıysa Baha da o kadar koğuşta kalsın, Bahar kaç tane çocuk gelin ve köle pazarladıysa o kadar yıl o semtte kalsın, sonraysa ikisi de felçli bırakılarak ne yapılacağı abilerime sorulsun."
"Emredersiniz efendim."
"Kimse ölmelerinden yana değilse sizler gizlice öldürün, Baha ve Bahar çifti yaşamasın." Adam tekrar onayladığında gülmek istedim, rahatladığımdan özgürce gülmek istedim ama yapamadım. "Abilerimi çağır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlker -Erkek Versiyon
Short Storyİnsan kendi öz ailesine yabancı olur, adım attığı yerlerden korkar mıydı? Ben korkuyordum; ebeveynlerime yaklaşmaktan, abilerime bakmaktan. Çünkü onlara karşı birer yabancıdan başka bir şey değilim. -Karışmış bebek hikâyesi değil, on yedi yıllık ömr...