01.10.23 Ekim size mutluluk getirsin
İlker Haznedaroğulları
Ölüm büyük bir kavram, ona hemen alışmak ve kabullenmek kolay değildir. Uykularınızı bölebilecek, yediğinizin zehir olmasını sağlayabilecek bir kavramdır. Öleceğinizi öğrendiğiniz an yaşarken kademe kademe ölmeye başlarsınız, ilk sırada huzurunuz vardır.
Zorla içtiğim çorbadan sonra odama çıkmış, sandalyeme oturarak bahçeden dışarıya bakmıştım. Kocaman bir alan ve içinde onlarca güvenlik görevlisi, çalışanlar var. Telefonumdan ailemin sahip olduğu her şeyi öğrendim; vakıflar, tekstil ve kimya fabrikaları, besicilik işi, hastaneler, onlarca inşaat-mimar markalarımız, aynı zamanda sekiz tane adamız. Yani bize akan para, aslında dünyanın en zenginleri listesine girmemizi sağlardı, ama hepsi paravan isimlere, kişilere bağlı. Kardeşlerimin üzerindeyse tek tük şeyler var.
Yok etmek istiyorsak asla en baştakine dokunmayacağız, önce onu yalnızlaştıracağız. En baştaki, sülalemizin çalıştığı, müdür saydığı kişi; babam.
Elimde döndürdüğüm kalemi bırakarak ayağa kalktım. Yaşamak gibi bir şansım yoksa ben de peşimde birilerini de götürürüm öyle değil mi? Odamdan çıktığımda etraftaki evin işleriyle uğraşan çalışanlar alayla bana baktı, onlar gibi güldüm.
"Siz bana mı gülüyorsunuz?" diye sordum duvara yaslanıp onlara bakarken. "Gözünüz de sizden de küçüğüm değil mi? Böyle bir sarayın oğlu olup şu misafir odasına kilitlenmiş küçük bir parazit."
Ben konuştukça ciddileşen, el pençe divan duruşuna geçen çalışanlara bir kahkaha attım.
"Ama unuttuğunuz bir şey varsa o da benim bir Haznedaroğulları olmam. Evet, iki aya gideceğim yine de tek olmayacağım, peşimde birçok ölü götüreceğim. Onların arasına katılmak isteyen el kaldırsın!" Kahkaha atarak el kaldırdığımda çalışanlar yutkundu. "Neden korkuyorsunuz, daha demin aynı meseleye gülmüyor muyduk?"
"Kanserden ziyade psikopatlığın daha tehlikeli gibi." Babanın koridordaki sesiyle daha şen bir kahkaha attım.
"Şakalar şakalar babacım!"
"Efen..."
"Efendini götüne sokarım!" Haykırdığımda kaşlarını çattı. Anında tebessüm etmeye devam ettim: "Elimin altındasın Baha Haznerdaroğulları, evine çocuğunu değil tanımadığın bir adamı getirdin."
"Senden korkmuyorum."
"Öyle mi? O zaman neden bedenin tetikte olmaya başladı ya da nefeslerin kesik kesik olmaya başladı? Yoksa sen de mi kansersin? Aha! Babam da benimle geliyor, duydunuz mu hanımlar?" Çalışanlara dönsem de birer heykel gibi durduklarından göz devirdim.
"Seni süründürürüm," derken babam hızlı adım yanıma geldi. "Seni süründürürüm!"
"Elinden geleni ardına koyma babacım, sonra pişman olursun, ağlarsın. Kıyamam." Bana şok içinde baktığında güldüm. Elini tutup parmaklarını severken sözlerime devam ettim; "bir daha Kuzey'e ya da herhangi birine zarar verirsen bu güzel parmaklarına veda edersin. Anlaştık mı canımın içi?"
"Kimsin sen?"
"Oğluşun yav, oğluşun." Yanaklarını sıkıp başını iki yana salladım. "Canın oğluşun."
Adamı biraz daha şoka sokarsam inme inecek gibi durduğundan aşağıya onu orada bırakıp aşağıya indim. Beyleri her yerde aradım, ama bulmak şöyle dursun, seslerini bile duyamadım. Bahçede dolanırken bahçıvanın aynı onun gibi giyinmiş bir çocuğa bağırıp çağırdığını duymak durmak zorunda hissettirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlker -Erkek Versiyon
Short Storyİnsan kendi öz ailesine yabancı olur, adım attığı yerlerden korkar mıydı? Ben korkuyordum; ebeveynlerime yaklaşmaktan, abilerime bakmaktan. Çünkü onlara karşı birer yabancıdan başka bir şey değilim. -Karışmış bebek hikâyesi değil, on yedi yıllık ömr...