02.10.23
İlker Haznedaroğulları
İnsanlara nasıl yaklaşmam gerektiğini, onların her mimiğini okuyabilmeyi okuldaki kusursuz derslerle öğrenmiştim. Her zaman bir şekilde insanları avucumda tutmayı de öğrendim, onları kendime mecbur bırakmayı... Bizi kusursuz iş insanlarına dönüştürmeye amaçlayan okulda en başarılı öğrenciydim, yani magazinlerin karşısında yaptığım konuşma benim için hiçbir şeydi. On yedi yılımı ayrı geçirdiğimde de tamamen kopuk değildim, her zaman bir elim onların üzerindeydi; ne yaptıklarını, nereye adım attıklarını saniye saniye takip ediyordum.
"Daha iyi misin?" Başımdaki Güney yüzümü okşadı. Kanama durmayınca vücudum şoka girmişti, mecburen bu hastane odasındayız.
"Yani Azrail'le tanışıp geldim, sıkıntı yok. Gün doğruymuş bu arada, Azrail'den de onay çıktı." Güney'in dudakları yukarı kıvrılsa da gözlerinde hüzün vardı. "Güney Bey..."
"Abi. Kuzey'e de dediğin gibi; abi. Hem bakma Batı da ona abi demeni merakla bekliyor."
"Ona abi dediğim an beni kurşuna dizecekmiş gibi bakıyor. Neyse, sedyenin sırtını kaldırır mısın biraz?" Üst solunum yollarım haddinden fazla acıdığından genel olarak ağzımdan nefes almak midemi şişiriyormuş gibi hissettiriyor. Güney sedyenin sırtını kaldırdığında yarı oturur pozisyona gelmiştim. "Bir sorum olacak, ama cevaplamamakta özgürsün."
"İstediğini sorabilirsin, her şeyi cevaplayacağım." Aldığım güven dolu cevaba başımı salladım.
"Hiç kurtulmaya çalıştınız mı ya da kaçmaya?" Sorumla birlikte şakağını kaşırken odanın içine baktı ve koltuğu yanıma yaklaştırıp üzerine oturdu.
"Mezbaha hayvanları gibiydik, odamız veya bir yatağımız olmadı; sadece kesilip işe yaramak için bekletilen danalardık. Senin eğitim gördüğün okulun sınavlarına biz de altı yaşlarımızda katılmıştık; ama herkes senin kadar yüksek zekalı olamıyor, reddedildik. Baha da bizi kendi eğitmeye karar verdi; önce en korkuncunu, vahşetini gösterdi. Sonra bir damla temiz suya hasret bıraktı. Su kuyusunun içinde susuz kalan çocuklardık. Her hatamızda, çocukça davranışımızda cezaya gönderiliyorduk. Başarılı olmak, çalışmak ve o eve kazanç sağlamak zorundaydık.
Hani sana diyoruz ya Doğu'ya benziyorsun; bu sadece tipinle şakalarını kapsar. Yoksa Doğu korkak bir çocuktu, onlar ne diyorsa yapıyordu. Batı abimin yaşı bizden büyük olduğundan ilk iş hayatına o atılmıştı ve daha on dört yaşındaydı. Kurtulabileceğimizi söylediğinde Doğu, Baha'ya gidip her şeyi öttü. Abimi senelerce bizden uzakta yaşattılar; neredeydi, ona ne yaptılar bilmiyorum. Geri döndüğünde gözlerindeki o ışık yoktu. Eskiden hep umut doluydu, bize sözler verirdi; buradan kaçabiliriz, mutlu hayatlar yaşayacağız diye, yasak olsa da bize şekerlemeler getirirdi. O kaçma düşüncesinden sonra aldığı ceza her neyse bırak kaçmayı, izinsiz tuvalete gitmeyi bile bıraktı. Biz de Kuzey'le korkuya kapıldık. Bizi mutlu ve güvende hissettiren abimiz sırf kaçma düşüncesi yüzünden bu hale gelmiş diyerek sustuk, oturduk."
"Batı ne olduğundan hiç bahsetti mi?" Soruma yanıt olarak başını iki yana sallayınca gözlerimi kapayıp başımı eğdim.
"Doğu'yu gerçekten onlar mı öldürmüştür?" Sesi titrek çıkan Güney'e bakındım; gözleri dolmuş, yeri izliyor. "Ne derlerse yapıyor, asla cesurca adımlar atmıyordu."
"Kanser dışarıdan da bulaşan bir hastalık, Güney B..."
"Abi." Onun düzeltmesiyle ben de kendimi düzelttiğimde zorla tebessüm etmişti. "İlkay amcamıza nasıl ulaştın, onu biz bile tanımıyoruz?"
"Belki de hep babamın ensesindeydim abi, bir adım bile uzaklaşmamışımdır?" Şaşkınlıkla bana baktığında bir omzumu silktim. "Maddelerin arasındaki mesafeler her zaman öylesinedir, ulaşmak isteyen her yerden ulaşır. Yaşım erdiği gibi babamla annemin her adımını takip etmeye, araştırmaya başladım."
"Ya onları şikayet edecek avukatı nasıl buldun? Oğlum bunlar hiç kolay değil. Birden fazla avukatlık şirketi olan insanlara dava açabilecek kadar cesur bir avukat... İmkansız!"
"İmkânsızlık hayal ürünüdür. Ne kadar çok sevene, destekçiye sahipsen o kadar çok seni düşürmek isteyenlere de sahipsindir. Onları indirmek isteyen onlarca kişi arasından bir avukat çektim, hanımefendi işinin ehli de olsa pek kuytu köşede kalmıştı." Abim beni şaşkınlıkla dinledikten sonra başını aşağı yukarı salladı.
"Çok cesursun."
"Başka şansım yok." Anında başını kaldırıp bana baktı, yüzünde şaşkınlık vardı. "Ben bir insanım, kimsenin boynuma basmasına izin vermem. Gerekirse bu yol uğruna ölürüm, ama besin zincirinin en üstündeki yerimi kaptırmam."
Gözlerindeki kıskançlığa şahit olduğumda güldüm.
"Senin gibi olmak için nelerimi vermezdim. Şimdi diyorum ki İlker'in peşinden gidebilirsin, nefes alabilirsin. Ama yapamıyorum. Baha'nın sesini duyduğum an Batı'nın geldiği ilk gündeki gözlerini hatırlıyorum ve onun gibi olmamak için ne diyorlarsa yapıyorum. Yaşarken ölmüştü, gözlerinde ölü beyazlar vardı." O anlattıkça dolan gözlerime lanet okudum. Çalışanlardan birinden öğrenmek zorundayım, belki hâlâ kurtarabilirim. Konuşmak için yanlışlıkla burnumdan nefes aldığımda acıyla inleyip burnumu tuttum. "İyi misin lan? Dur dur."
"Bu şey ne zaman iyileşecek? Canım acıyor."
"Doktor da dedi ya abim, çok hızlı çekilmiş. Midene zarar gelmediğine dua etmelisin." Başımı aşağı yukarı sallarken gözlerimi kapadım.
"Buradan ne zaman çıkabilirim?"
"Daha demin canım acıyor dedin. Bir süre buradayız." Çıkmak istiyorum diye ağlayıp şımaracak değilim, ama işlerim var. "İstediğin bir şey mi var?"
"İsmail ve odamdaki elektronik cihazlar." Uykum geldiğinden yorgunlukla konuşurken şakağımda dudaklar hissettim.
"Hayatımıza girdiğin için teşekkür ederim."
• • •
Uyandığımda İsmail hastane odamdaki üçlü koltuğa suçlu çocuklar gibi oturmuş, elleriyle oynuyordu. Batı tahlil sonuçlarına bakarken Kuzey, Güney'yle uğraşıyordu. İlk defa bu kadar insanların arasında odak noktayım.
"Manzara güzel mi?" Batı elindeki kağıda bakarken ne ara beni gördü bilmiyorum ama sorusunun odağı benim. Onun sorusuyla bana dönenler ayağa kalkıp yanıma gelmişlerdi.
"Hayal ettiğimden bile daha güzel." Cevabımla birlikte başını kaldırıp bana baktı, tebessüm ettim. "Bana bak ölene kadar benimle böyle olup sonrasında mezarıma çiçek micek getirirsen kalkar o çiçeği kafana çalarım."
"Getirmeyiz, nedir yani?" Kibirli konuşsa da saklayamadığı mimiklerinde kırgınlık vardı.
"İyi misin lan?" Kuzey gelip elini alnıma koydu. "Düşmüş ateşin, iyi bari."
"Ateşim mi vardı?"
"Otuz dokuz buçuk." İsmail'in sözlerine gözlerim kocaman açıldı. "Bir an hiç düşmeyecek sandım."
"Ateşli gidiyorum ha diğer tarafa." Gülerek kurduğum cümlem onları o kadar da mutlu etmedi. "Az gülün be sanki cenaze evi."
"Tüm ölüm şakalarını yapacak mısın?"
"Hepsini hem de Kuzey abim, artısından eksine." Batı yüzünü buruştursa da diğerleri anlamamıştı. Eks derken ölmek anlamında demiştim de neyse, sağlıkçımız anladı. "Ama tabii sadece güldürü değil, ciddiyette lazım. Haznedaroğulları'nı çökertmede bana yardım edeceksiniz değil mi?"
Kardeşlerim Batı'ya dönse de İsmail tek nefeste konuştu; "ölüme dersen ölüme, yaşamak dersen yaşamaya."
"Çocuk haklı, bakmayın bana öyle. Sen nereye, biz oraya." Batı'dan da gelen onayla kardeşlerim de başlarını salladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlker -Erkek Versiyon
Short Storyİnsan kendi öz ailesine yabancı olur, adım attığı yerlerden korkar mıydı? Ben korkuyordum; ebeveynlerime yaklaşmaktan, abilerime bakmaktan. Çünkü onlara karşı birer yabancıdan başka bir şey değilim. -Karışmış bebek hikâyesi değil, on yedi yıllık ömr...