"Alican, çıkmadan önce yanıma uğra."
Kapısının önünde kasılan omuzlarımı gevşetirken derin bir nefes aldım. En fazla ne olabilirdi ki? Kovulurdum. Kovulurdum.
Streslenmeye ve stresin getirdiği ekstra zararlara oldukça açık bir yapım varken hiç öyle değilmişçesine yaşamam "baş etmek istiyorsan üstüne git" mantığını benimsemiş insanlar tarafından takdir edilebilecek bir özellik sayılabilirdi bence.
Kapıyı tıklayıp içeriden "Gel" yanıtını aldıktan sonra tuttuğum nefesi bırakıp içeri girdim. Kendimi binbir türlü senaryoya hazırlamıştım, ama masasının bir köşesine yaslanmış ve elindeki iPad'iyle uğraşıyor olması bunlardan biri değildi.
"Geç lütfen." Parmakları ekranın üzerinde kayarken diğer eliyle koltuğu göstermişti.
"Yok şef, burada durayım ben." Odanın ortasında dikiliyordum.
Birkaç saniye süren sessizliği sonunda bozdu. "Bir problem mi var Alican?"
Gözlerini ekrandan ayırmadan konuştuğunda ellerimi arkadan belimin üzerinde birleştirerek cevapladım. "Hayır, şef."
"Ciddiyim, bir sorun varsa bunu duymak isterim."
İtalyanları çok mu gözümde büyütmüştüm acaba? Konuşurken göz teması kurmak temel iletişim kurallarındandı çünkü.
"Bir sorun yok ş-"
"Öyleyse bir açıklama yapmak zorundasın." Tableti kapatıp sesli bir şekilde masanın üzerine bıraktığında biraz önceki göz teması hakkında düşüncelerimden vazgeçer gibi olmuştum.
"Haber vermiyor oluşunu bir sorumsuzluk olarak değerlendirsem de işe gelmemeni bir kenara bırakıyorum. Ardından hiç olmayacak bir saatte geliyorsun, darmadağınık bir halde."
"Şef hastay-"
"Dünden kalma olduğunu anlamamam için aptal olmam gerekir." Kendimi savunmak için hızlıca söylenmeye yeltendiğim yalanı da havada yakalayıp buruşturup yere atınca susmaya mecbur kalmıştım.
"Bunu olması gerektiği gibi büyük bir sorun haline getirebilirdim, fakat üstüne gitmemeyi tercih ettim. Ancak son yaptığına bir anlam veremiyorum." diye konuştu ellerini yasladığı masadan kaldırıp göğsünde birleştirmeden önce.
"Sen yemek çıkarmadın Alican."
"Şef, söylediğiniz gibi bugün biraz dağınıktım. Nasıl çıkmayacak hale geldi anlamadım bile." Bir elimi diğer kolumun üzerine atarak konuşurken sesimin sanki kendi yaptığımdan haberim yokmuş gibi çıkmasına özen göstermiştim.
Ağzından bir "hah" çıktığında gözlerini kısıp bana baktı.
"Sorunun yemek çıkması olmadığını biliyorsun. Kullandığın acının miktarını bu derece kaçıracak kadar deneyimsiz olduğunu mu söylemek istiyorsun yoksa benim bunun bilinçli yapıldığını anlamayacak kadar amatör olduğumu mu?"
Alaycı bir ses tonuyla yönelttiği sorusuna verecek bir cevabım olmadığından istemsizce başımı eğmiştim. "Dışarıda kurduğun ilişkiler ve senin üzerindeki etkileri dışarıda kalmalı."
Beraberinde kurduğu cümle kaşlarımı çatmama sebep olduğunda kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu?
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Kız arkadaşından bahsediyorum Alican, sizi gördüm. Yanlış anlama, bu elbette kötü bir şey değil. Sadece bunu işinden ayırman çok zor olmamalı."
İğneleyici bir şekilde konuştuğunda kendime hakim olamamıştım, "Dergilere konu olmadan uyardığınız için teşekkür ederim şefim."
"Haddini aşıyorsun." Yükselen sesi ve odada gittikçe artan gerilimin beni korkutmaya başladığını itiraf edebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blind taste |
Fanfiction"... bir gün istifasını vermek üzere son kez işe gelen genç bir aşçı, ve aynı gün tüm bunlara son vermek üzere çıkagelen büyülü bir italyan."