Yorucu bir günün ardından servis ve toparlanma kısmını hallettiğimizde mutfakta sadece ufak tefek birkaç iş kalmıştı. Buzdolabından aldığım elmayı yıkadıktan sonra kendimi diğerlerinin de farklı yerlere yayıldığı koltuğa rahat bir şekilde bıraktım.
"Bugün de bitmek bilmedi be."
Elmadan büyük bir ısırık alıp Kerem'in söylediğine karşılık başımı salladım. Bugün gerçekten de diğer günlere kıyasla fazlasıyla yoğun bir gündü ve hazırladığımız ağır menülerle neredeyse başımızı kaldıracak vakti bile bulamamıştık.
Deren sesini kapatmadığı telefonunun klavyesinde sinir bozucu bir şekilde parmaklarını gezdirirken konuştu. "Dolu olması iyi de, müşterinin biri garsonlara sıkıntı çıkarmış."
"Ne olmuş ki?" diye sordum.
"Adamın fıstığa alerjisi mi ne varmış, ana yemekte sipariş edip önüne gelince 'nasıl getirirsiniz' falan diye bağırmış çağırmış işte."
Elmayı bir kez daha ısırdım, "Her yemeğin içeriği detaylarıyla birlikte menünün içinde yazıyor, biz mi takip edeceğiz milletin alerijisini?" dedim ilgisiz bir şekilde.
Omuz silktiğinde telefonu cebine attı, "Şef de aynısını söylemiş zaten. Adam ayılıp bayılmaya devam edince restorandan çıkarılmış. Değişik bir tip yani."
Her ne kadar işimizi olabildiğince düzgün yapmaya çalışsak da müşterilerle problem yaşayabiliyorduk ve ben bunlara şaşırmayı uzun süre önce bırakmıştım. Öyle şeylere tanık olmuştum ki "müşteri daima haklıdır" anlayışıyla başladığım iş hayatımda edindiğim tecrübeler bunun "müşteri bazen haksız olabilir" düşüncesine evrilmeme sebep olmuştu.
Mutfağın kapısının sertçe açılıp kapanmasıyla irkilerek başımı kapıdan tarafa çevirmiştim, Burcu'yu gözlerini silerken gördüğümdeyse endişeyle oturduğum yerden kalktım.
Deren de benim gibi Burcu'nun yanına ulaştığında yüzünü incelerken sordu. "Ne oldu Burcu?"
Burcu elindeki telefonu göstererek tekrar bir gözünü ovuşturdu, "Mekan sahibi parasını verdiğimiz halde o gün için mekanı başkasına kiralamış." Konuşurken sesi çatladığında stresle elimi belime attım.
"Hadi ya. Bebeğim başka yer tutarsınız ne olacak?" Deren bir elini tezgaha yaslarken Burcu başını olumsuzca iki yana salladı.
"Zaten başka yer bulamadığımızdan en son burayı seçmiştik. Her şeyi de buraya göre ayarladık. Hiçbir sorun yoktu, şimdi de gelmiş pişkin pişkin sizin iş iptal diyor. Ömer de belli etmiyor ama morali çok bozuk." Burcu küçük bir kız çocuğu gibi karşımızda ağladığında bahsettiği şey düzelebilecek bir sorun olsa bile düğün meselesini kafasında çok fazla büyüttüğü için onu bu hale getirdiğini anlayabiliyordum.
"Telefonu versene." dedim önüne geçemediğim bir sinirle.
Burcu telefonunu uzatırken rehberde en son konuştuğu numaranın üzerine tıkladım. Çalmasını beklediğim sırada Burcu kafası karışmış bir ifadeyle bana bakıyordu, elimle ona beklemesini işaret ettim.
Telefon açılırken boğazımı temizledim, "Alo?"
Karşımdaki gevşek sesin sahibi beni Burcu sandığı için telefonu açar açmaz azarlamaya başlamıştı, konuştuğu sırada sesiyle kafamda onu görmeden oluşturduğum profilin son derece uyumlu olduğunu düşünüyordum.
"Kardeşim senin derdin ne ya? Ayıp değil mi yaptığın?" dedim ses tonuma hakim olmaya çalışarak.
İlk önce kim olduğumu sorgulamaya çalışmış sonrasında ise olan biteni Burcu'ya anlattığını ve muhatabının ben olmadığımı söylemişti ancak onun dediğini yapacak değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blind taste |
Fanfiction"... bir gün istifasını vermek üzere son kez işe gelen genç bir aşçı, ve aynı gün tüm bunlara son vermek üzere çıkagelen büyülü bir italyan."