~Bölüm 36~

15 4 1
                                    

"Ne yapabilirdim ki? Telefonlarımıza cevap vermediniz! Bu konuda ben bile endişeliyim Göktuğ, Esin'i nasıl sakinleştirebilirdim ki?"

"O zaman ilk önce telefonumu açıp bana her şeyi açıklasaydın! Bu konuda hatalısın ve sakın üste çıkayım deme!"

"Neyse ne, şimdi bana onun nerede olduğunu söyle!"

"Tamam geliyoruz."

İnsanlara yük olduğumu fazla düşünür olmuştum artık. Benim yüzümden onlarda oradan oraya sürüklenip duruyorlardı. Ve onların sürüklenme nedeni bendim.

Evet, saçma bir kararla kalbime uyup "sevgilimi" görmeye gelmiştim. Mert bey ve abim konusunda ufak bir kavga çıkmıştı ama bu bir gram umrumda bile değildi. Düşünecek o kadar çok şeyim vardı ki. Başım ağrıyordu artık. Kafamı taşımakta bile zor dayanıyordum. İnsanın içi acır mıydı hiç? Öyle bir acıyordu ki acıya son vermek için ölmek istiyordun. Filimlerde acı çeken bir adamın ölmek için yalvarması gibi hemde. Yeter ki bu acı bitsin diyorsunuz. Ama bitmiyor. Hayat size bir çelme daha takıyor ve siz acıyı unutana kadar onu çekmeye devam ediyorsunuz. Ve unutmanız bile uzun zaman alıyor bazen.

"Sana bir iyi bir kötü haberim var." dedi Mert Bey arabaya binip tekrar kemerini takerken. Merakla ona baktığımda ilk hangisinden başlıyım der gibi baktı bana.

"İki haberle de mutlu olamayacağım kesin, boşversene." dedim omuz silkip.

"Tamam o zaman. İyi haber, Uzay'ını bulduk. Kötü haber, hastanedeymiş." sertçe yutkunduğumda gözlerim acıyla sızladı. Ve o da arabayı sürmeye başladı.

"Peki durumu nasılmış?" dedim zar zor. Ölü demese yeterdi benim için. Ölü olmasın yeterdi.
"O vurulmuş. Ameliyattan az önce çıkmış." Şu cümle kalbimin durması için bile yeterli bir nedendi. O vurulmuştu. Onu vurmuştu. Hemde benim yüzümdendi. Ben bir lanet olduğum için, onun canı tehlikeye girmişti.

Nefesimin kesildiği için camımı biraz daha açıp derin nefesler almaya çalıştım. Başımı biraz daha çıkardım hatta camdan. Rüzgarın yüzüme vuruşunu hissettim. Önümden hızla gecen arabalara, yollara baktım. Önümden hızla geçiyorlardı. Zaman gibi. Öyle akıp gidiyordu ki, bir şelale gibiydi. Yada hiç durmayan bir yağmur gibi. Hızlıydı ve sürekli devam ediyordu. Durmuyordu. Durduramıyorduk.

Uzayla hayatıma devam ettiğim zaman hatalımıydım hatasız mı onu bile bilmiyordum. O benimle olmak için gitmeme izin vermemişti. Ama yinede gidebilirdim. En başta gider ve bu olayların yaşanmasını engellerdim. Ama evet, gitmek için çok geç kalmıştım. Son zamanlarda en azından onun yanında olabilirdim. Belki vurulmasını bile engellerdim onun. Acı çekmesini engelleyebilirdim. O hastanede olmamasını engelleyebilirdim. Yapabilirdim. Ama yapamadım... En üzüldüğüm konu buydu evet. Yapamamış olmak. Zamanın yine beni kandırmış olmasıydı. Yanından uzaklaştığımda onun iyi olucanı düşündürmüştü bana! Rüyamın da gerçeklik oranı zamanın arkasında durmuştu hatta!

Kimi kandırıyorum ki? Bunların hepsi benim yüzümdendi.

Dakikalar çok geçmeden arabanın duruşuyla Mert Beye baktım. Yola tekrar baktığım da daha önce gelmediğim bir hastanenin önünde olduğumuzu gördüm.

"Hazır mısın?" dedi yorgun sesiyle. Emin değildim. Hazır da değildim. Ve hastaneye şimdi girersem her şey çok geç olucaktı.

"İstersen gel çardakta oturalım dinlen biraz. Sonra gidersin hastaneye. Olur mu?"

"Gidersin derken?"

"Benim orada olmam uygun olmayabilir. Sen git işte."

"Niye uygun olmasın ki?" Beni yarı yolda terk ediyordu. Halbuki buraya gelmemi o istemişti. Tamam bende istemiştim ama beni teşvik eden oydu. 

KUSURLU Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin