6| Davetiye.

180 31 9
                                    

Jungkook ellerine bulaşan toprağı boynuna doğru sürdüğünde yüzünde bir tebessüm vardı. Üzerinde şort ve kısa bir tişört ile birlikte arka bahçelerindeki toprağın üzerinde oturup efendi Sangsu'nun meditasyonlarını yaparak odağını arttırmaya çalışıyordu. Taehyung'un hayatına dahil olmaya başlamasıyla birlikte odağını gittikçe yitirdiğini hissediyordu. Bu düşünce bile kaşlarını çatmasına neden olmuştu, onu sevmiyordu.

Uzun süredir iletişime geçemediği, ve saniyeler önce odağını geri kazanabildiği için etrafa bakınarak Jimin'in içeride olduğundan emin olarak derin bir nefes aldı ve siyah lenslerini çıkarmaya başladı. Mor gözleri açığa çıktığında etrafta oluşan aura başında toplanmaya başlamıştı bile.

Gümüş aura...

Onunla aynı aura rengine sahip olması şans mı yoksa şansızlık mı kestiremiyordu. Gücün temsili olan bu aura kolay kolay bir canlıda bulunmazdı. Bu yüzden kendisini en azından durumlarımız eşit diyerek telkin ederken, mor gözlerini yumarak ciğerlerini havayla doldurdu.

Seslen,
Bul onu.
Görüyorsun...

"Efendi Sangsu?" Zihninde kendi sesi belirdiğinde dudakları iki yana kıvrıldı. Fakat dikkatini dağıtmamak için odağını tamamiyle efendi Sangsu'ya yöneltti.

"Bir an hiç bana ulaşamayacağını düşünmüştüm." Dedi efendi Sangsu hafif bir alayla. "Söyle bakalım, oralar nasıl Jungkook? Alışabildin mi?"

Aklına direkt olarak Taehyung gelince yüzünü buruşturdu Jungkook. Taehyung aklından çıkmak bilmiyordu, hatta bir ara bütün büyücülerin intikamını Taehyung'dan almayı düşünmüştü fakat sonradan tek onun suçlu olmadığını kendine hatırlatarak sakinleşmişti. "Alışabildim. Ufak oyunlar dışında pek bir şey yok. Ve bir de ukala prens Kim Taehyung dışında..."

"Onunla karşılaşman güzel. Fakat neden memnun olmamışa benziyorsun?"

Tekrar yüzünü buruşturdu Jungkook. Taehyung'un memnun olanılası bir hâli yoktu ona göre. "Bir ukala benim düşünceme terstir efendi Sangsu, en iyi siz bilirsiniz. Her neyse...Önceden haberim olması gereken bir olay var mı?"

"Buralardan bir haber yok, sen yanlızca saraya girmeye çalış Jungkook. Bunun için gerekirse "ukala prensi" de kullanmalısın."

"Jungkook! Hemen gelmelisin elmalı kek yaptım çok güzel oldu. Çabuk tadına bak!"

Jimin'in sesi etrafta yayıldığında Jungkook panikle lenslerini takmaya başladı. "Gitmem gerekiyor, kendinize iyi bakın efendi Sangsu."

"Görüşmek üzere öğrenci Jeon."

"Jungkook! Neredesin?"

Arka bahçeye giren Jimin'le birlikte gözünden ellerini çekti Jungkook. Dudakları arasından bir iç çekiş çıkarken üzerindeki toprağı temizleyerek içeri doğru adımlamaya başladı. "Buradayım Jimin."

Jimin'in elindeki tabağa bakarak tebessüm etti Jungkook. "Ellerine sağlık, çok güzel görünüyorlar."

"Alsana bir tane." Dedi Jimin heyecanlı bir ifadeyle tabağı ona doğru uzatırken. Dudakları büzüldü Jungkook'un, yanındaki saçını tekrardan turuncu yapan Jimin'in saçlarını karıştırarak başını iki yana salladı." Yiyemem ki, alerjim var."

"Yaaa" dedi Jimin dudakları büzülürken. "Niye söylemedin ki, ben sana portakallı yapardım hem."

Omuz silkti Jungkook. "Bilmem, hiç aklıma gelmedi." Jimin'in üzgün ifadesine bakarak gülümsedi ve ellerini kendi boyuna anca yetişen çocuğun yanaklarına koyarak sıktı. "Ama istersen beraber portakallı kek yapabiliriz. Ya da dur...Sence limonlu mu yoksa portakallı mı?"

De l'enferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin