Han Jisung
Hyunjin'le konuşmam biter bitmez eve gittim.
Lino çoktan eve gelmişti. Kanepede oturmuş öylece bakınıyordu.
"Lin? N'apıyorsun?"
"Hiç"
"Bende onu soruyorum. Hiç bir şey yapmayarak n'apıyorsun?"
Güldü.
"Bu nasıl bir soru."
Ceketimi askıya asıp yanına oturdum.
"Bilmem, öyle işte. Soru sorudur. Ne yapıyorsun?"
"Düşünüyorum. Öylece düşünüyorum."
"Kimi?"
"Babamı."
Ciddileştim, çünkü o da ciddileşti.
"Bir sorun mu var?"
"Babam giderek kötüye gidiyor." elimi tutup bana baktı. "Yataktan kalkamaz hale geldi."
"Onu ziyarete gitmeliyiz."
"Busan'da yaşıyor, belki daha sonra."
"Ne? O senin baban Lin. Her durumda, her şartta gitmelisin. Seninle geleceğim."
"Ama-"
"Ciddiyim." dedim.
"Yalnız gidebilirim."
"Senin yanında olmak istiyorum. Ancak beni istemiyorsan sorun yok."
"Hayır, seni istiyorum."Busan'a gitmek için çantalarımızı hazırladık, sadece iki gece kalacaktık.
"Hannie, diş fırçam nerede?"
"Senin fırçanı çöpe attım."
"Ne? Neden?"
Banyoya girip bakındı.
"Hayır, işte burada."
Mavi diş fırçasını gösterdi.
"O benimki."
"Hayır, bu benim."
Diş fırçasını elinden aldım.
"Bu benim fırçam. Seninki mor olan."
"Aa, doğru."
"Sakın bunu kullandığını söyleme."
"İstemiyorsan söylemem."
Ona gözlerimi devirip fırçayı bavuluma koydum.
"Yinede kullanacak mısın?" pis pis sırıttı.
Yanına gidip dudağından öptüm.
"Aynı şey." dedim.
"Kesinlikle farklı şeyler."
"Belki."Tren istasyonuna vardığımızda tren kalkmak üzereydi.
Koşarak trene yetişmeye çalıştık.
"Seul-Busan treninin kalkmasına son iki dakika. Lütfen tüm yolcular yerlerine otursun."
Daha hızlı koşmaya başladık ve sonunda yetiştik.
Biz girdikten kısa bir süre sonra kapılar kapandı.
Nefes nefese kabinimizi aradık, F42 numaralı kabin olmalıydı.
İçeride biri vardı. Bir kadın. Tekrar bilete baktım. Sormak için içeri girdim.
"Afedersiniz, sanırım yanlış kabindesiniz. Burası F42."
"Nerede olduğumu biliyorum." diye tersledi.
"O zaman buranın bizim olduğunu da bilmeniz gerekir." diye çıkıştı Lino.
Kadın ikimize de dik dik baktı. Yabancı olduğu aksanından belliydi. Kadın ayağa kalktı ve bize doğru yürüdü.
Alaycı bir şekilde gülüp gözümün dibine tren biletini soktu.
"F42." dedi asil bir sesle.
Lino'yla bakıştık.
"Aynı kabinde kalmak istemiyorsanız koridorda kalınız."
Topuklu ayakkabılarının üzerinde geri dönüp nazikçe koltuğa oturdu.
"Siktiğimin karısı." diye söylendi Lino.
"Sakin ol."
İkimizde karşısındaki iki koltuğa yan yana oturduk.
Kadın gözlerini bize dikmişti.
Bir ona bir Lino'ya baktım.
"Bir sorun mu var?" dedim en sonunda.
"Hayır." dedi ingiliz aksanıyla.
Sürekli göz teması kuruyor olması beni gerdiği için gözlerimi yağmur damlalarıyla kaplanmış cama çevirdim.
Her ne kadar bakmıyor olsamda kadının bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
Hafifçe öksürdüm.
"Lütfen hastalığınızı kabinin dışında bırakınız."
"Afedersin ama sen kim oluyorsun?" diye bağırdı Lino.
"Ünlü ya da zengin olmam bir şey değiştirir mi?"
Lino gözlerini devirdi.
Elini tuttum.
"Sakin ol." diye fısıldadım.
Kadının gözleri ellerimize kayınca istemeden geri çektim.
Kadın gıcık bir şeyler söyleyebilmek için boğazını temizlerken Lino homurdanıyordu.
"Çıkıyor musunuz?"
"Sizi alakadar etmeyen işlere burun sokmayın" dedim ve sonuna "-ız" diye ekledim.
Nasıl oluyor bilmiyorum ama, kibarca gözlerini devirdi.
Yol boyu kitap okuduğu için o kadar da rahatsız edici değildi.
Sürekli bizi susturması dışında.Busan'a ilk defa geliyordum bu yüzden heyecanlıydım. Kadından kurtulmanın ve sonunda varmamızın sevinciyle trenden çıktık.
"Babamın bir arkadaşı bizi alıp eve götürecek. Yani babamın evine." dedi Lino.
Dediği gibi biri bizi almak için geldi. Bu "arkadaş'' değil de daha çok özel şoför gibiydi. Bu kadar da zengin olduğunu bilmiyordum.
Lüks arabaya bindik ve yola koyulduk. Evi çok uzak değildi, sadece on dakikalık bir yolculuktu.
Evi görmemle ağzımın aralanması bir oldu.
"Siz buraya 'ev' mi diyorsunuz" dedim. "Benim eve köpek kulübesi demek lazım."
Lino derin bir nefes alıp zili çaldı.
Çıldırıyorum.
Bir hizmetçi kapıyı açtı.
"Hoş geldiniz bay Lino."
Bay Lino kolumdan tutup beni kendine çekti.
"Arkadaşım, Han Jisung."
"Merhaba." dedim utanarak.
"Hoş geldiniz bay Han."
Girmemiz için geri çekilip bize yol verdi.
"Teşekkürler." dedim içeri girerken.
"Gyuji, babam nerede?" diye sordu Lino.
"İkinci katta, büyük yatak odasında." dedi bizi karşılayan hizmetçi.
"Teşekkürler."
Merdivenlerden çıkarken sordum.
"Lino, gelmemi istediğine emin misin? Gelmem saçma olur gibi."
"Benimle geleceğini söylemiştin."
"Biliyorum ama kendimi garip hissettim, burada olmamam gerekiyor gibi."
"Hayır, kesinlikle burada olman gerekiyor. Tam yanımda."
İtiraz etmek yerine merdivenleri çıkmaya başladım.
Babasının kapısını çaldı.
"Gir."
Lino kapıyı açıp içeri girerken onu takip ettim.
Babası yatağında yatıyordu ve oldukça halsiz görünüyordu. Saçlarına ak düşmüş, kırışık süratli ve gözlüklü bir adamdı.
"Geleceğini hiç tahmin etmezdim oğlum." dedi ve yattığı yerde dikleşti.
"Planımda yoktu." dedi Lino sert bir tonla.
Babasının yüzündeki yarım gülümseme yok oldu.
"Baba, arkadaşım Han; Han babam."
Hafifçe başımı eğip onu selamladım. O da aynısını yaptı.
"Tanıştığımıza sevindim Han. Lino'nun pek arkadaşı yok."
Lino gözlerini devirdi ve oturabilmem için bir sandalye çekti.
Utangaç utangaç gülümsedim ve oturdum.
"Nasılsın baba? Hastalığın ağır geçiyor diye duydum."
Lino'nun babası hafifçe başını salladı. "O kadar da kötü değil."
Lino babasının üstüne battaniye örttü.
"Yataktan kalkamıyorsun bile" diye mırıldandı Lino.
"Şimdilik."
En sonunda Lino'da oturdu ve eli elime gidecekken son anda kendini tutup elini geri çekti.
Buna üzülmüyordum, en zoru aileye açıklamak olurdu. Özellikle senden harika olmanı bekleyen ailelere.
"Üvey annenle tanışmaya ne dersin."
Lino'nun gözündeki ufacık parıltı babasının bu sözleriyle karanlığa büründü.
"Ne?"
"Üvey annen seninle tanışmak istiyor."
"Evlendin mi?"
"Üzgünüm sana haber veremedim."
Ayağa kalkarken sinirden güldü.
"Sana inanamıyorum baba."
"Sana biriyle olduğumu söyledim."
"Gerçekten bunu yapacağını bilmiyordum." diye bağırdı.
İşte başlıyor.
"Kim Rino, babana sesini yükseltemezsin."
"Bana sakın öyle seslenme." fısıldadı.
"Şimdide emir mi veriyorsun? Ben seni böyle yetştirmedim."
Lino kahkaha attı.
"Sen beni yetiştirmedin ki."
"Kendine gel." diye kükredi. "Saygısız."
İkisi didişirken kendimi çok rahatsız hissediyordum.
Lino devasa odada volta atmaya başladı.
"Seni gerçekten anlamıyorum. Önce anneme-"
"Rino, misafirimizin yanında ailevi konuları açma" diye emretti.
"Kapa çeneni!" diye bağırdı.
"Bu isim neden seni bu kadar rahatsız ediyor?" dedi babası.
Lino'nun gözleri yaşardı "Gerçekten hiçbir şey bilmiyorsun değil mi?"
Kapının gıcırtısıyla kapıya döndüm. Tanıdık topuklu ayakkabıları görünce irkildim
"Hassiktir." diye homurdandı Lino.
"Rino, ağızına kilit vur" diye uyardı babası.
Trendeki kadın.
İçeri girerken asil gülüşü suratındaydı.
"Hoşgeldin tatlım." kadın Lino'nun babasına sarıldı.
"Üvey annen Linda; Linda, oğlum Rino."
"Lino." diye düzeltti sinirle.
Kadın elini Lino'ya uzattı. "Tekrar merhaba Rino."
R harfini vurgularken Lino'nun suratındaki ifadeyi zevkle seyretti. Lino elimi tutup benimle birlikte odadan çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Dead Cat | Minsung ✓
RomanceDÜZENLENİYOR~ Sevgilisinin ölümünün ardından tıpatıp ona benzeyen birisiyle tanışan Han Jisung zamanla bu benzerlikler arasında kafası karışır ve ne yapacağını bilemez hale gelir.