Finale doğru adım adım gidiyoruz. Bakalım beğenecek misiniz? Yorumlarda buluşalım.
"Babam öldü"
"Arkadaşım öldü. "
"Onlar öldü"
İki cümleye sığmaya çalışan acı o gün için savaşı bitiren cümleler olurken savaş tüm gün sürmüştü. Acılara daha fazla şahit olmak istemeyen güneş apar topar gökyüzünü terk ettiğinde gün de bitti. İki taraf da geriye çekildi. Kimi büyük kimi küçük yara alan iki taraftan da o gün için yenen yoktu. Meydanda ölen askerlerini toplayan birkaç asker de geçici barıştan ötürü birbirini görmezden gelirken tam da o rüyadaki gibi etraf kan kokusuna kurban olmuş, akbabalar ziyafet öncesi kahkaha atıyordu.
Bu durum içindeyken ay karanlığında askerler ile gelmeyi tercih eden Umay, yaralılar ile karargâha döndüğünde hüzün rüzgarının ayazında ilk kez ürperdi. Dört bir yanda yatan yaralılar, acıya esir olmuş bağırışlar ve göz yaşının suladığı bu ortamda olmak bir on için sarstığında ağır ağır indi arabadan. Savaşın getireceği ölümün farkındaydı ancak bir gariplik vardı. Mağlup olsa dahi umudunu kaybetmeyecek alpler umutla yollarını ayırmıştı. "Ne olur?" dedi kendi kendine ve otağa doğru ilerledi. Dün gece savaşmak için can atan alpların hepsinin şimdi yüzü asılmış, savaşı düğün sayan bir milletin askerleri yas etmişti. Getirdiği at arabasındaki yaralıların başında bekleyen alpe döndü.
"Siz yaralıları şifa çadırına taşıyın geliyorum!" dedi ve han çadırına yürüdü. O sırada çadırdan çıkan Baybars'ı, üstü başı kan ve ağlar bir vaziyette görünce ona koştu.
"Baybars ne olur burada?" dediğinde Baybars gözlerini yerden kaldırıp yengesine baktı. Kızarık gözler ve kurumamış yaşlarla bakması Umay'ın aklına kurt düşürmesine yetmişti. "Umay bi bikem! O o!" dediğinde Umay'ın gözleri açıldı. Baybars'ın kolunu tuttu.
"Kim öldü Baybars konuşsana? Ne diye susarsın?" dedi. Baybars konuşmak yerine başını eğdiğinde "Yapamadık, koruyamadık!" dedi. Umay ise o an için ölenin Alpagut olduğunu aklına getirdi.
Kurumuş dudakları arasından "Alpagut!" ismi fısıldadı ve koşar adımlarla Baybars'ı bırakıp çadıra daldı. Çadırdan içeri girdiğinde belki düşündüğü gibi ölen kişi Alpagut değildi ama gördüğü manzara da en az onun kadar yaralayıcıydı. Bir an için nefes almayı unutan kadın şahit oldukları ile yutkundu.
Alagan Han elleri iki yana uzatılmış cansız bir şekilde yatarken üzerine kılıcı yerleştirilmişti. Yüzünde gülümser gibi bir ifadesi vardı ama bu gülüş öbürleri kadar canlı değildi. Savaş kıyafetleri onu heybetli gösterirken göğsüne bulaşan koyu kırmızı onun heybetini almış götürmüş gibiydi. Kılıcı belinde olması gerekirken bedeninin üstünde taht kurmuştu.
Birkaç adım atarken dolan gözlerini saklamadı. Gözleri de yaşları taşıma zahmetine girmediğinden olsa gerek ölüme atladı gözyaşları. Yüzündeki tozu silen yaş kısa sürede yere giderken o da Alpagut'a doğru çevirdi adımlarını.
Yanı başında dolmuş ama ağlayamayan bir Alpagut duruyordu. İki dizi üzerine gelip oturmuş adam acı dolu bakışlarıyla babasının ruhsuz bedenini süzerken Umay derin derin nefesler aldı. Dudaklarını birbirine bastırırken elini kaldırıp önce omzuna dokundu. Parmakları ile omzunu avucuna hapsederken yeniden yutkundu.
"Alpagut!" dedi. Alpagut bakışlarını kaldırıp Umay'a baktığında gördüğü o gözler, kelimelerin anlatamayacağı şekilde çok duyguyu barındırıyordu. Yıkılmış bir komutan görmeyi beklemiyordu. Sarsılmaz dediği adamın yıkılmış halini gördüğünde yaptığı tek şey iki dizi üzerine gelip sarılmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umay : Savaş Vakti (Üç Taş Efsanesi 2) (Tamamlandı)
Fantasy*DİKKAT BU SERİNİN İLK KİTABI BASİLİ ESER OLUP BU EVRENİN TEMELLERİ ORADA ATILMIŞTIR. ÖNERİ ÖNCELİKLE O KİTABIN OKUNUP SONRA BUNA GEÇİLMESİDİR. Sıradan hayatında en büyük hedefi hemşire olarak atanmak olan genç kadının hayatı bir anda değişmiş, önc...