Alpagut elindeki ruloyu babasına uzattığı anda Alagan beklemeden ruloyu alıp açtı. Gözleri genişçe ruloda Asari dilinde yazılmış satırlarda yazılanlara odaklandı. Han olmak için vaktiyle sıkı bir eğitimden geçtiğinden bu dili biliyordu. Yazılanları okurken tüm gözler Alagan Han'daydı. Han kimi satırlara tanıdık kimi satırlara da buruk bir tebessümle karşılık verdikten sonra kâğıdı yeniden rulo yapıp Edves'e uzattı.
"Otağıma buyurun prenses" diyerek onu içeri davet ettikten sonra arkasını döndü. Otağın kapıları açıldı ve önce han ardından Ak ana geçtikten sonra Alpagut kibarlık adına önceliği misafiri olduğuna karar verdiği prensese verdi. Eliyle içeriyi gösterdiğinde
Prenses bu kibar hareket karşısında gülümsedi ve kafasıyla selam vererek teşekkür ettikten sonra merdivenleri çıktı. Nöbetçi asker karşısına dikilerek durduğunda Edves zorluk çıkartmadan elini kınını astığı askılara götürüyordu ki Alpagut "Gerek yoktur!" dedi ve kafasıyla alpe çekilme emri verdi. Genç alp tigini dinleyip çekildi ve Edves anlaşmış gibi Elena ve ağabeyi Tifer'e bakarak içeri geçti.
Prenses içeri geçtiğinde Umay'ın bakışları Alpagut'u buldu. Alpagut bir adım atıp ona baktığında ise karşılaştığı gözlerde bu sefer umduğu gibi sevgi değil, tanıdık olmayan duygular buldu.
Alpagut, Umay'ın delici bakışları eşliğinde içeri geçerken kızıl katun yakasına uzun tırnaklarını Mihar'ın yakasına geçirmişti. Şu an gözlerindeki öfke alev almış birazdan her şeyi yakacak gibi görünüyordu.
"Ne biçim adamların vardır? Bir katunu yakalayamazlar. Hani Gökçe nerededir?" dedi ve Mihar'ı geri iterek aralarındaki mesafeyi olabildiğince açarak adeta kükreyerek yeniden bağırdı.
"Sana sorarım nerede Gökçe?" dediğinde Mihar kendini savunmak amaçlı elini kılıcına götürürken dudaklarını ıslatarak kafa salladı. "Gökçe dediğin kadın iki gün öncesine kadar sizin komutanınızdı. Benden aldığı askerlere oturup kalkarken sence neler öğrenmiştir! Bunu düşünelim! Her sırrı, her adımı tahmin eden bir katunu bulmak zordur. Ne bekliyorsun? Yerin dibine girmemi mi?" dedi.
"Gerekirse evet!" dediğinde ipler gerilirken Kızıl Katun devam etti. "Bu vakte kadar ne Umay'ı yakaladınız ne de Gökçe'yi diktin karşıma! Söylesene komutan? Ne işe yararsın ki sen?" dedi.
Mihar kendine hakaret olarak saydığı bu cümlelerden sonra kılıcını çekti. Gerilen ortamda ipler kılıcın o keskin sesi ile tamamen kopup işler geri dönülmez noktaya doğru inanılmaz bir hızla ilerledi. Öyle ki her şey yuvarlandı demek daha doğru bir tabir olurdu. Mihar'ın kılıcını çekmesine karşılık Kızıl katun ellerini kaldırıp onu engelledi. Mihar'ın kılıcı ile kadının kırmızı dumanı andıran gücü karşı karşıya geldiğinde diğerleri de kılıcını çekti.
Bir anda askerler ikili arasında bir halka oluştururken Kızıl Katun boğuk ve mağaradan gelen sesi ile konuşarak "Kılıcınızı geri çekin komutan!" dediğinde Mihar kırmızı dumanı yenebileceğini sanarak bastırmayı denerken Kızıl katun gücünü attırmayı deniyordu ki duydukları ses ikisini de durdurdu.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" bu ses Nasah' a aitti. Günler sonra prensin emri ile yola çıkmış, prensin peşine saraya gidiyordu. Bu gece oraya varacak ve iki devlet savaşın ilk planlarını oluşturacaktı.
"Size ne yaptığınızı soruyorum!" dedi ve atından inerek ikisinin de yanına gittiğinde Kızıl Katun psikopatça gülerek Nasah'a döndü. Sonunda becerikli bir komutan geldi. Komutan sizin bu komutanınız neden kime tuzak kursa kaçırıyor?" diye incitici bir soru sorarken Mihar atıldı. "O düşmanların karşısına sen neden çıkmıyorsun peki?" dedi. Kılıcını daha da bastırmayı denerken Kızıl Katunun dumanı baskın çıktı ve kılıç yerinden bir milim dahi oynamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umay : Savaş Vakti (Üç Taş Efsanesi 2) (Tamamlandı)
Fantasy*DİKKAT BU SERİNİN İLK KİTABI BASİLİ ESER OLUP BU EVRENİN TEMELLERİ ORADA ATILMIŞTIR. ÖNERİ ÖNCELİKLE O KİTABIN OKUNUP SONRA BUNA GEÇİLMESİDİR. Sıradan hayatında en büyük hedefi hemşire olarak atanmak olan genç kadının hayatı bir anda değişmiş, önc...