20; "hayatının en mutlu anı"

660 109 161
                                    


han jisung omelas büyücülük okulu'na başlamadan önceki okul hayatını gerçekten seviyordu. iyi arkadaşları vardı, ki hâlâ sanaldan da olsa görüşüyorlardı, okulu çok ünlü ve büyük olmasa da hocalarının gayet iyi olduğunu düşünüyordu, dersleri iyiydi ve beşinci sınıftayken quidditch takımının kaptanı olarak az da olsa popülerite kazanmıştı.

malezya'dan güney kore'ye taşınacaklarını öğrendiğinde ise bu popüleritesinin ekmeğini beşinci sınıfın sonlarında yemeye yeni başlamış ve takım kaptanı olmayı da fazlasıyla sevmişti. ama babasının işi yüzünden bir anda doğduğu ama hiçbir anısını hatırlamadığı ülkeye gitmek zorunda kaldığında ne yapacağını bilememişti.

açıkçası sonradan gelen kişi olarak okula asla alışamayacağını ve her şeyin çok kötü olacağını düşünmüştü. omelas gibi büyük bir okulda eğitim görme şansının sevincini düşünememişti bile fakat düşündüğü hiçbir şeyin olmaması ravenclaw'ın hayattaki şansının büyük çoğunluğunu harcamışa benziyordu.

daha ilk haftalardan koca bir arkadaş grubuna sahip olmuştu, öğretmenlerini çok sevmişti, okul beklediğinden bile daha büyük ve güzeldi. üstelik burada da quidditch takımına girebilmişti, kaptan olmasa da sorun yoktu. sonradan gelen öğrenci olmasına rağmen kimsenin umurunda da olmamıştı üstelik, kötü manada yani; bir kişi hariç. omelas'a geldiğinde hayatında yolunda olmayan ve daha kötü olan tek şeyin sebebi o bir kişinin kendisinin sonradan gelen öğrenci olmasına bu denli takmış olmasıydı.

jisung başlarda gerçekten de sorunun ne olduğunu düşünüp dururdu. neden hiç tanımadığı birisi kendisiyle bu kadar uğraşıyordu merak ediyordu. üstelik lee minho denen bu oğlanın tüm hocalar tarafından sevilen birisi olması işin daha tuhaf olmasını sağlıyordu. öğrencilerin birçoğu da onun hakkında çok da kötü şeyler söylemezdi -slytherin'li olmasına rağmen- ve jisung problemin ne olduğunu anlayamamıştı.

sonrasında düşünmeyi bırakmıştı. sadece kendisine gıcık kaptığını veya bir eğlence aradığını varsaymıştı. bazen insanlar hiç sebep yokken birilerine sinir olabilirdi, eğer lee minho denen havuç kafalı bu çocuk bu sinirini kendi içinde yaşasaydı jisung için hiçbir problem olmazdı lakin işler öyle yürümemişti işte. ve jisung da eli armut toplayacak birisi değildi, başta sadece altta kalmamak için verdiği cevaplar ise bir zaman sonra farkında bile olmadan havuç kafalı'ya benzemesini sağlamıştı.

jisung'un sebep aramayı bırakmasından sonra zaten işler kızışmıştı. jisung okula alışıp üstüne yine dersler konusunda başarılı bir öğrenci profili çizmeyi başarırken her şeyin sebebinin tam olarak bu olduğunu bilmiyordu. o lee minho'yu bir nevi sıkıcı hayatına renk katan biri olarak görüp bu düşman oyunundan zevk almaya başlarken karşı tarafın ise içten içe neler çektiğini bilmiyordu. sonuçta her şeyin minho için de bir can sıkıntısından dolayı doğduğunu düşünmüştü, eh biraz da egosuna yedirememesinden tabii.

jisung'un her şeyin bu kadar yüzeysel olmadığını anlaması ise geçen yılın sonundaydı. yıl sonu sınavlarında jisung yine çok çalışmasının ve biraz da zekasının ekmeğini yerken kendi notlarının yanında slytherin'in de notlarını merakla bekliyordu. aynı durumun slytherinlide de olduğunu bildiğinden bu merakı için kendisine kızamazdı. kızacak bir şey de yoktu ya zaten, sonuçta bu akademik rekabet iki taraflıydı ve oyunun kurallarında bu da vardı.

sınavlarından sonraki hafta, okulun son haftası notları teker teker açıklanırken jisung'u şaşırtmayan sonuçlardı ikisininkiler de. ya ikisi de tam puan almış ya da yakın puan almışlardı ve benzer puanlarda yüksek olanlar genelde jisung'unkilerdi. eğer tam tersi olsaydı jisung bunu kafaya takmayacağı kadar az farktı bunlar, işin ucunda ikisi de aa ile geçiyordu dersleri ama jisung minho'nun sayı notundaki küsuratları bile takacak kadar işi ciddiye aldığını düşünememişti. oğlanın sinirden köpürerek, nefretle parlayan gözlerle kendisine bakışında ise jisung nedense zevk almamıştı.

thin white lies [minsung]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin