25; "bu savaşı sadece sen vermiyorsun"

592 91 107
                                    

önceki bölümü okumayan ve yorum yapmayanlar yüzünden biraz üzüldük ama halledicez


*****


lee minho bundan on yıl öncesini çok da hatırlamıyordu. sekiz yaşında, muhtemelen oradan oraya koşturup duran bir portakal yavrusuydu o turuncu saçlarıyla. yaramaz bir çocuk olduğunu düşünmüyordu ama biraz hareketli olduğu doğruydu. tek çocuk olduğu için de çok sıkılır ve oynayabileceği tek kişi ev cinleri olan martel'i zorla kendisiyle oynatarak onun da azar yemesini sağlardı. o zamanlar ilk okula gidiyor olsa da okuldaki tek arkadaşı ryujin'di. minho daha o zamanlar shin ryujin'in hayatındaki en önemli kişilerden biri olacağını biliyordu.

minho bundan on yıl öncesine dair neredeyse hiçbir anısını hatırlamıyordu lakin o zamanlar mutlu olduğunu hatırlıyordu. yalnız bir çocuk olmak onu üzmemişti hiçbir zaman, tek başına oyunlar kurup kendisini eğlendirmeyi becerecek olgunlukta ve zekadaydı. sıkıldığında da martel veya ryujin vardı nasıl olsa. şimdi ise minho'nun arkadaşları vardı. yakın arkadaş sayısı artmıştı, okuldaki herkes tarafından tanınan birisi olmuştu, hocaları tarafından seviliyordu ama mutlu değildi. minho mutluluğun yalnızca insanlar tarafından verilmediğini çok iyi anladığı bir dönemden geçiyordu. insanlar onu omelas'a geldiğinden beri mutlu etmeyi başarmıştı ama sanki bir şey olmuştu ve minho'nun başka bir boyutu açılmış gibi aynı insanlar şimdi onu mutlu etmek için yeterli değildi.

minho yalnızca bir insanın onun mutlu olması veya olmamasına sebep olduğunu anladığında tüm bu felsefi safsataları bir kenara atmak zorunda kalmıştı.

han jisung hayatına bir bomba etkisiyle girip de önce onun ışığını söndüren, sonrasında ise sanki hayatını hiç de mahvetmemiş gibi ona yol göstermeye başlayan kişi olmuştu. minho ondan başlarda gerçekten nefret etmek istemişti, oğlanın hayatındaki tsunami etkisi slytherinliyi o kadar sarsmıştı ki minho'nun tutunabildiği tek şey ona olan öfkesiydi. ravenclaw'ın gerçekten de hiçbir şey yapmayarak minho'nun ışığını söndürmesi slytherin'in hayatını alt üst etmişti. çünkü minho karanlıktan korkardı ve bu oğlan onu kendi karanlığına itmişti.

minho'nun uzun bir süre kabullenemediği bir şey vardı ki o da asıl ışığın bu kumral saçlı, biraz geveze ama en çok da sinir bozucu olan oğlanın gerçek bir ışık olduğuydu. han jisung parlıyordu, hatta o kadar parlıyordu ki minho'nun parıltısı sönük kalmıştı zaten ama slytherin'in anlamadığı şey de o parlaklığın aslında kendi karanlığını bile aydınlatabilecek oluşuydu. bunu anlaması ise o ışığın bir anda etrafından yok olmasıyla olmuştu.

şimdi lee minho o ışığın kendisini söndürdüğünü düşünüp de yeniden parlamaya bile çabalamıyor ve hapsolduğu karanlığına alışmaya çalışıyordu yalnızca. yine de baş etme konusunda fena sayılmazdı, ne de olsa jisung'u zaten ne kadar hayatına almıştı ki kaybedince yokluğu koysundu?

yani, en azından minho kendisini böyle kandırmaya çalışıyordu.

pek başarılı olduğu söylenemezdi ve bunu şu anda onu izleyen herkes anlayabilirdi. zira minho oturduğu koltukta bir yerlerine çivi batarmışçasına kıvranıp durarak gözlerini diktiği yere odaklanmış ve eli her an asasına gidecekmiş gibi gözüküyordu. "biraz daha bakarsan ejderhaya dönüşüp ağzından alev püskürtmeye başlayabilirsin, sana inanıyorum," diyen seungmin de anlayanların başında geliyordu pek tabii.

minho dikkatini dağıtan arkadaşına baktı ama ne söylediğini algılayamadığı için seungmin açıklamak zorunda kaldı.

"o kadar uzun süredir izliyorsun ki birazdan gözlerinden ışın falan çıkacak diyorum."

thin white lies [minsung]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin