19; "expecto patronum"

642 105 76
                                    

minho'nun noel tatili ilk gününün aksine hiç de güzel geçmemişti. noel'den önceki gününü muggle dünyasında -ve han jisung'un evinde- geçirmiş olmak zaten tüm tadını kaçırmışken üstüne omelas'ta neredeyse tek başına geçirdiği günler de sıkıcıydı. böyle olmasını bekliyordu zaten ama okuldaki son noel tatilinin böyle olmasını istemezdi.

muggle dünyasından döndüğü günün gecesi zaten noel gecesiydi, ailesiyle telefonda konuşup noellerini kutladıktan sonra uykusu gelene kadar telefonla uğraşmıştı. şansına slytherin yatakhanesinde tekti, aslında aylar boyunca hiç özel alanı olmadan onlarca erkekle aynı odayı paylaşmaktan dolayı fazlasıyla bunalmış olduğu için bu durum işine gelmişti. o gece ilk defa omelas'ta bu kadar deliksiz uyumuştu mesela ama üçüncü geceden sonra arkadaşlarının yataklarının boşluğu çok da hoşuna gitmemeye başlamıştı.

yalnız hissetmişti, normalde noel hediyesi alıp almamak umurunda olmasa da ilk defa şöminenin önünde biriken hediye kutularını açma isteğiyle dolmuştu. gerçi hiçbir zaman evlerinin şöminesinin önü hediye dolu olmazdı; hiçbir zaman kalabalık noel kutlamalarına sahip olmamıştı da ama şimdi bundan bile mahrum kalmasından mıdır, minho evini özlemişti.

noel gününden sonraki akşam slytherin ortak salonundaki şömine önündeki koltuğa oturmuşken daldığı derin düşünceler sonucunda ise özlediği şeyin gerçekten kendi evi olup olmadığını sorguladığında buna sebep olan şey kucağındaki pirinç topu kutusuydu. üstünden birkaç gün geçmiş olmasına rağmen hala fazlasıyla lezzetli olan pirinç topları minho'nun zihnine üstünü ince bir bezle örtüp görmezden geldiği gerçeklerin bezini sıyırırken minho çıtırdayan ateşin eşliğinde o gerçeklerle yüzleşmişti orada.

evini özlememişti. minho evini özlemeyi ikinci senesinde falan bırakmıştı zaten ve bunun sebebinin büyümüş olmasıyla alakası yoktu. on üç yaşındaki birisi büyük değildi, on üç yaşındaki birisi aylar boyunca evinden uzakta olduğunda evini özlemeliydi ama minho omelas'a alıştıktan sonra gerçek evinin orası olduğunu hissetmeye başlamıştı. evi burasıydı, yirmiden fazla oğlanla birlikte paylaştığı odası, asla sessizleşmeyen yatakhanesi ve önünde oturmaya bayıldığı şöminenin olduğu ortak salonuydu evi.

yani bugüne kadar böyle olduğunu sanıyordu fakat şimdi her zaman istediği o sessizliğe sahip olmasına rağmen omelas'taki ilk senesinde ağlayıp duran o küçük, turuncu saçlı oğlana dönmüş gibiydi. bir anda çok yalnız ve yabancı hissetmişti. buzdolabından içecek almak için kapağı açtığında gördüğü yemek kutusu ise sanki bu yalnızlığını dindirebilecekmiş gibi bir hisse bürünürken bir anda kucağında belirivermişti. minho cızırdayan şömine ateşinin yüzünü yalayan sıcaklığının aksine boğazından geçen soğuk pirinç toplarını yerken tam olarak böyle hissediyordu işte: karmaşık, evsiz ve üzgün.

ve tüm bunlar yetmezmiş gibi aklına birkaç gün öncesi geliyordu. han jisung'un evindeki gecesinin nasıl da beklediğinden daha güzel geçtiğini kabullenmekten nefret etse de ağzında yuvarlanan pirinçler varken bunu inkar etmek saçma olurdu. ki edemiyordu da. minho hiç tanımadığı o insanların, baş düşmanının evinde geçirdiği geceyi hiç de kötü hatırlayamayacak olmanın saçmalığı altında ezilse de bunu kabullenmek zorunda kalmıştı bir kere.

minho'nun o akşam kucağındaki yemek kabını tek başına bitirirken kabullendiği tek şey bu değildi de. o gecenin sabahında, muggle dünyasında gerçekten eğlenmiş olduğunu da kabullenmek zorunda kalmıştı ve bu kabulleniş minho'nun sinirini kesinlikle bozsa da yapabileceği bir şey yoktu. üstelik her şeyin sebebinin han jisung olması da tuzu biberiydi.

belki de han jisung'un söylediği gibi aralarındaki bu düşmanlığı o da bir kenara bırakıp kendi yoluna bakmalıydı? jisung'un neden böyle bir şey istediğini bilmese de üstünde düşündüğünde bunun kendisi için kötü bir şey olmayacağı sonucuna pekala varabiliyordu minho da ama onun için asıl sorun jisung'la düşman olmayıp da ne yapacağıydı?

thin white lies [minsung]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin