Bu dünyadaki hiçbir şeyin siyah veya beyaz olmadığını anladığımda ortaokuldaydım.
O dönemler fen bilgisi öğretmenimiz, aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi, bana 10×10 kaç eder gibi çok basit bir soru sormuştu.O an belki dersi dinlemiyordum belki de cevabı gerçekten de bilmiyordum emin değilim ama donup kaldığımı ve o zamanlar en yakın arkadaşım dediğim Yeonjun'un ve tüm sınıfın bana kahkahalarla güldüğünü hatırlıyorum.
Fen öğretmenimiz Bayan Byun'u gerçekten severdim, şimdi bugün bile severim ama o gün ondan da Yeonjun'dan da nefret ettiğime karar vermiştim.
Hiçbir zaman birilerine, kendime bile, sözünü geçirebilen biri olmamıştım bu yüzden iki güne bu düşüncemden vazgeçtim.
Ama gelin görün ki farkındalık geri döndüremediğiniz bir şeydi ve o günden sonra aklımda tamamen beyaz gördüğüm insanlara siyahlar karışıp grilere dönmeye başladı.
Hayat filmlerdekinden farklıydı ve iyi adam ya da kötü adam diye bir şey de yoktu ve hayranlıkla izlediğimiz süperkahramanların bile görmediğimiz karanlık yüzleri vardı.
Ben de varolmuş herhangi bir insan da bu karanlık taraftan muaf değildi.
Çok iyi biliyordum.
Hepimiz griydik kimimiz daha açık kimimiz daha koyu ama hepimiz gri.
Buydu.
Mantığı kafamda yerleşik, dilime meskendi ama öyle biri vardı ki ona her baktığımda beyazların varlığına inanasım geliyordu.
Kang Taehyun.
Kimi zaman aptal bulduğum davranışları olsa da gülüp geçebildiğim, yaptığı her şeyle kafamda kendini güzelleyen, gülüşüne baharı sığdırdığına inandığım hiçbir kitabı ilginç bulmadığım kadar ilginç bulduğum o adamdı.
Lise platonik duygular beslemek için gerçekten iyi bir yerdi ki benim gibi gizliden gizliye birilerine hisler besleyen niceleri vardı.
Diğerlerinden bir farkım ya da önceliğim yoktu ben de bir şey yapmadan sadece bekledim. Birkaç hafta birkaç ay ve sonunda da birkaç yıl.
Geçmedi.
Her gün aşkımdan yanıp tutuştuğum yoktu, zira o kadarına ayıracak zamanım da enerjim de yoktu ama aklım boş, bitti deyip geçebildiğim de ondan başkalarına bakıp beğenebildiğim de yoktu.
Taehyun'dan hoşlandığımı da işte böyle kabullendim.
Sabahın köründe ağzımdan çıkan buharlar eşliğinde servisin gelip beni almasını beklerken ayağımla yere şekiller çiziyordum.
Sonunda gelen servise bindim.
Her sabah tam yedi yirmide beni alırdı ve dersimizin saat sekiz kırkta başladığı düşünülürse aldığı ikinci veya üçüncü kişi falandım.En arkanın bir önündeki tekli koltuğa kuruldum.
Uzun süreli gözlemlerim sonucu en az tercih edilen koltuk buydu. Sabahın köründe servise binip de sonradan gelenlerin ters bakışlarına ve hatta bazı şımarık tiplerin söylenmelerine maruz kalmamak için hep bu koltuğa otururdum.
Teker üstüydü ve o lanet pencereyi görebildiğiniz falan yoktu ama problem değildi zaten çoğu zaman kitap okuyarak geçirdiğim bir süreydi.
Çantamdan çıkardığım kitapta kaldığım yeri buldum bir iki sayfa okudum, o sıra gözüm bir yere daldı sonra servis durdu birkaç saniye içinde Taehyun'un evinde olduğumuzu fark ettim.
Sonra o bindi en ön ikilide oturan arkadaşının yanına oturunca hareket ettik.
Evet aynı servisteyiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love is Untangible || taegyu
FanfictionTaehyun'u seviyordum ama bu onu hiç alakadar etmiyordu. Bu hikaye materyalist dünyada hiçbir karşılık beklemeden Taehyun'a kalbini veren Beomgyu'nun hikayesidir. . . . Tüm hakları yatağımın altındaki canavarda saklıdır.