Önceki bölümden devam ediyoruz.
Genç adam, elindeki kalemi sıraya hafif bir ritim tutmasıyla birlikte gözlerindeki uykusuzluk ile dışarıdaki yağmuru izliyordu. Belindeki acıdan dolayı gözlerini bir kez sıkıca kapatıp açtıktan sonra, Hyejin'e baktı; genç kız, her zamanki bunalmış tavrıyla öğretmene bakıyordu ancak, Jimin onun aklının tenha yerlerde olduğunu biliyordu.
"Jimin, dersi dinle!"
Jimin, yavaşça kafasını tahtanın önünde ders anlatan öğretmenine çevirdi soğuk bir tavırla. Hemen buradan çıkmak için can atmasına rağmen, dilini dişlerinin arasına almış, ağzından kötü bir lâf çıkmaması için kendini zorluyordu fakat, kendine hakim olamadan, "Neden? Bir işime mi yarayacak?" diye sordu.
Öğretmen, sinirli bir nefes verdi. "Elbette yarayacak-"
Jimin, ellerini masaya vurarak ayağa kalktı ve sinirle, "Cinayet işlerken mi? Uyuşturucu kullanırken mi? Ya da insanları kandırıp onları tuzağa düşürürken mi işe yarayacak?" diye bağırdı. "Boktan bir okulun, boktan bir öğretmenisiniz! Sizin de kim olduğunuzu ve bu okulun nasıl yönetildiğini biliyoruz. Bana gelip dersi dinleyin demeyin çünkü öğretmeye çalıştığınız şeyler buradaki kimse için bir şey ifade etmiyor."
"Çık sınıfımdan!" diye bağırdı öğretmen. "Öyle olsa bile saygısızlık yapamazsın, Park Jimin! Bunu kâbul edemem!"
Jimin, gülerek, hızlı adımlarla öğretmenin yanına ilerledi ve tam önünde durduğunda, "Soyadımı içinizden birkaç kez daha tekrar edin hocam, bu saygısızlığınızı da ben kâbul etmiyorum," dedi ve öğretmene omuz atıp sınıftan çıktı.
Nihayet o sınıftan kurtulan Jimin, küfrederek, sinirli bir şekilde tuvalete girdi. Suyu açtı, yüzünü yıkarken eğildiği için belindeki yara acımıştı. "Sikeyim!" Dişlerinin arasından sık nefesler vererek suyu kapattı ve yere çömeldi.
Kendisini o çok sevdiği evinden, gece yarısı annesine gidebilmek için kaçacakken, nasıl olup da babasına yakalanıp hücreye kapatıldığının muhasebesini yapıyordu. Şimdiye kadar defalarca kez yakalanmadan kaçmış, ancak, uyuşturucudan kafayı bulmuş, başına bela olan babasına yakalanmıştı. Meydan okumuştu, gidecekti, bunu kafasına koymuştu ama kafasına silah dayayan babasından ve onun şiddetinin kurbanı olmuştu.
Pantolonunun fermuarını kapatmadan tuvaletten çıkan Jungkook, Jimin'i yerde eğilmiş, acıyla ıkınırken gördüğünde alaylı bir şekilde güldü;
"Dayak mı yedin, Park Jimin?"
Jimin bacaklarından destek alarak ayağa kalktı, dudaklarında alt eden bir gülüşle, "Hayır. Ama senin canın çekiyor gibi, yumruğumun tadına bakmak ister misin?" diye sordu.
O sırada dudaklarını silerek Jungkook'un peşinden çıkan bir erkek, ikiliyi görünce anlık duraksamıştı fakat Jungkook, gözleri ile çıkmasını işaret ettiğinde kaçarcasına çıkmıştı.
"Bak sen," diyerek güldü Jimin. Diliyle yanağına bastırdı. "Hiç yakıştıramadım sana Jungkook, irfan yuvasında böyle şeyler yapmamalısın."
Jungkook dilini dişlerinde gezdirirken gülümsedi ve, "Canın çekiyor gibi, Jimin. Henüz fermuarımı kapatmadım, tadına bakmak ister misin?" diye sordu.
Jimin kahkaha attı. "Küçük sikini başkalarına sakla, Jungkook."
Jungkook, kalın, boğuk sesiyle, "Ne kadar büyük olduğunu ağzına aldığında öğrenebilirdin, Jimin," dedi fermuarını kapatırken. Jimin'in söylediklerini aldırış etmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clandestino | Jikook
Fanfiction"Şaraplar, silahlar, uyuşturucular yerini kan'a bıraktı Jungkook," dedi Jimin tehlikeyle parıldayan gözlerle. "Ve akan benim kanım olsa dahi, bu çöplük benim olacak." •Yetişkin içerik!