2| BÖLÜM 1: "GÜZ GÜLÜ VE HIRÇIN FIRTINALAR"

16 3 1
                                    


2. KİTAP 1. BÖLÜM

“GÜZ GÜLÜ VE HIRÇIN FIRTINALAR”


Dedublüman, Rüya Gibi

“Zamanla geçer sandım. Zaman geçti, acılarım geçmedi. Aldatıcı olan neydi? Zaman mı? Yoksa acılarım mı?”


Sevdiğiniz birinin kalbinin incinmesine, acı çekmesine vesile olduğunuz zaman sizin için en rahatsız edici şey oluyor vicdanınız. Başınızı koyduğunuz yastığın taş gibi hissettirmesinden, yattığınız yatağın taş toprak gibi hissettirmesinden çok daha kötü hissettiriyordu. Vicdanın dili yoktu ama sesi çok gür çıkıyordu. Tıpkı benim vicdanım gibi. Arhan’a hissettirdiklerimden ötürü o gece sabaha dek uyuyamamıştım. Yalnız kalmaya ihtiyacı olduğundan odama gitmiştim ancak ayaklarım yanına gitmek için sızlayıp durmuştu. Öyle karmaşık hâl içine girmişti ki İzmir’den eve dönen yol boyunca durgunluğu devam etmiş, sessizliğini korumuştu. İhtiyaç duymadıkça konuşmamış, bana da kendimi çok daha kötü hissettirmişti bu yaptığı. Ben de kendimi yol boyunca sürekli uykuya hapsedip durmuştum hissettiğim kötü duyguları bir nebze de olsa unutmak için.

Bugün İzmir’den döneli bir gün olmuştu ve bu akşam bizimkilerle birinciliğimi kutlamak için benim evimde toplanacaktık. Bu yüzden sabah erken vakitte uyanıp önce güzel bir duş almış ardından da evi temizleyerek market alışverişine çıkmıştım. Arhan ise sadece sabah sekiz gibi günaydın mesajı atmıştı ve ondan sonrasında bir şey yazmamıştı. Böyle yapması beni cezalandırıyormuş gibi düşünmeme sebep oluyordu ve kendimi gerçekten çok berbat hissediyordum. Gördüklerini hazmetmeye çalışıyor olmasını düşünerek ona karşı tavır almamaya çalışıyordum fakat pek başarılı olamıyordum. Kalbimin incinmesine engel olamıyordum ama vicdanının onu rahatsız etmesini de hiç istemiyordum.

Alışverişten dönüp eşyaları yerleştirdikten sonra akşama kadar dinlenmesi gerektiği için ilk olarak tatlıyı yapıp dolaba koydum. Vakit kaybetmeden diğer yemeklerini de yapmak için biraz dinlenerek mutfağa geçtim. Öncelikle sarma içimi hazırlayıp yapraklarımı kaynatarak yumuşattım ve tam istediğim gibi olan hem acı hem de ekşi içi yapraklara göz kararı koyarak parmağım kalınlığında sarmaya çalıştım. Küçük bir tencereyi dolduracak kadar sarıp pişirmek için henüz erken olduğunu düşündüğüm için öylece ocağın üzerine bıraktım. Kıymalı pideler yapmak için mayalı hamur yoğurarak dinlenmesi için üzerine bez örtüp bir kenara bıraktım ve pidenin harcını hazırladım. Her ikisi de dinlenirken çıkan bulaşıkları makineye yerleştirdim ve telefon ekranımı açarak saate baktım. 17:47.

Haydari mezesini ve salatayı da yaparak dolaba koydum, sarmaların üzerini geçecek kadar su koyarak tuz ve ekşi atıp ocağı açtım. Mayalanmış olan hamurları açıp kıymalı harcı koyarak pide şeklini verdim ve yağlı kağıt yerleştirdiğim tepsiye koydum. Bir tepsiye üç tane olacak şekilde iki tepsi pideyi hazırlayıp ısınması için açtığım fırına yerleştirdim. Tüm bunları yaparken vakit biraz daha ilerlemişti ve gök kararmıştı. Çorbayı yapmak için çıkardığım mercimeği yıkadığım esnada kapı çaldı. Ellerimi kurulayıp tedirgin bir şekilde kapıya yaklaştım. O canavarın gölgesinin her an üzerimde olduğu korkusuyla yaşamak çok zordu. Kapı merceğinden baktığımda kalbimi hızlandıran kişiyi gördüm.

Sol yanımı, Arhan’ı...

Kapıyı açıp acıyla harman olmuş gözlerine baktım. Fersiz ve yorgundu. Sebebinin ne olduğunu bilmek çok acıtıyordu kalbimi, Arhan’ın evini. Kalbim, Arhan’ın evi. Geçmesi için müsaade ederken yüzüme uğrayan bakışlarından gözlerimi kaçırdım. “Hoş geldin.”

“Hoş buldum,” dedi gerçekten hoş bulduğunu ima edercesine. Ayakkabılarını çıkarıp kabanını portmantoya astığında takım elbisenin ceketini de çıkardı. Sanki omuzlarında tonlarca ağırlık vardı ve gücü o ceketi taşımaya yetmeyecekmiş gibiydi. Kalbimden Arhan’a açılan pencerede güneşli günler yok, şiddetli yağmurlar ve kasırgalar vardı. Arhan mutlu değildi. Ben de öyle. Mutfağa geçip bir sandalyeye yerleştiğinde yıkadığım mercimekleri tencereye koyarak üzerine göz kararı su ekledim ve baharatları attım. “Çok yorgun görünüyorsun, sana kahve yapmamı ister misin?”

“Evet, öyleyim,” dedi durgun bir sesle. “Uykusuzum çünkü,” diye devam etti aynı yaralı tonla.

“Uykunu yeterince alamadıysan benim yatağımda dinlenebilirsin.” İç çektiğini işittim ve kalçamı tezgahtan ayırarak yanına ilerledim. Ellerini belimin iki yanına yerleştirip kafasını göğüslerimin üzerine yasladı usulca. “Gördüklerim kâbus olurken bana, uykuya sığınmak isteyeceğim en son şey bile değil. Uyumayı bırak gözlerimi kırpmak istemiyorum. Kalbimin hissettikleri yeterince ağır değilmiş gibi bir de uykularım zehir olmaya başladı. Söylesene aşkım, sen nasıl dayandı?”

“Keşke yapmasaydım diyorum seni böyle perişan halde gördükçe. Kalbindeki ağırlığın sebebi olmayı hiç istemezdim ama en ağır yükün oldum. Öyle üzülüyorum ki sana bu kötü şeyleri hissettirdiğim için, benden uzak durmana bile üzülemiyorum. O... O izler için beni cezalandırdığını bile düşündüm-“ Kafasını hızla geriye çekip şaşkınlıkla yüzüme baktı. “Be-ben... Böyle bir şey için seni nasıl cezalandırabilirim? Sühan... Sen... Nasıl böyle düşünebildin? Ben öyle biri miyim? Günlerdir senin nasıl bir acıyla boğuşmuş olabileceğini düşünerek delirme noktasına geldim.” İç çekip dolan gözlerimi kaçırdığımda araladığı bacak arasına beni çekerek sol bacağına oturttu beni.

“İçinden ne yapmak geçiyor? Ne istiyorsun?” Belime desteklediği eli sırtıma doğru çıkıp aşağı yukarı hareket ederken sorumla birlikte elinin duraksadığını hissettim. Bir elimi boynuna dolayıp ensesine yakın saçlarını okşarken şakağımı alnına yasladım. Boşta kalan elim bacaklarımın üzerindeyken uzanıp o elimi tuttu ve dudaklarına götürerek öptü. Dudakları parmak uçlarımda oyalanırken bir süre sessizliğe bürünmeye devam etti, ben de sessizliğinin çığlıklarını dinledim sabırla.

Bazen sessizlik, çığlıklardan daha gürültülüdür.

“Biraz gözlerimi dinlendirmek istiyorum yatağına geçebilir miyim?” dedi sorumu yanıtlamamayı tercih ederek. Bacağının üzerinden kalkıp müsaade ettim gitmesi için. “İstersen duş alabilirsin, çiftlik evindeyken valizime birkaç kıyafetin karışmıştı onları yıkadım. Giyersin hem üzerindekilerden daha rahat.”

Sunduğum fikir aklına yatmış gibi görünürken kafa onayı vererek banyoya yöneldi. Odama geçip Arhan’ın yıkayarak dolabıma yerleştirdiğim tişörtünü ve eşofmanını alıp banyo kapısından uzattım. Doğalgazın ısı ayarını da yükselttim duştan çıktıktan sonra üşümemesi için ve sonrasında da pişen çorbayı pürüzsüz olması için blender yardımıyla çekerek ocağın altını kapattım. Pişmiş olan pideleri görünce de fırını kapattım ve sarmaları kontrol ettim. Kısık ateşte usul usul pişiyorlardı hâlâ. Onlar da piştiği vakit her şey hazır olmuş olacaktı ve ben gerçekten çok yorulmuştum. Arhan’ın duştan çıkıp odama geçtiğini gördüğüm sırada dolaptan süt çıkararak bir bardak ölçüp cezveye boşalttım ve ısınması için ocağın üzerine yerleştirdim. Sütün ısınmasını beklerken pişen sarmalardan bir tane çıkarıp içini açarak pirincini kontrol ettim soğutup yiyerek. Pişmişti ve tadı çok güzeldi. Biraz da dinlenirse daha iyi açılırdı ve daha güzel olurdu bu yüzden sarmaların altını kapatıp dinlenmeye bıraktım, ısınan sütü de kulplu bardağa boşaltarak odama yöneldim.

Kapıyı hafifçe tıklattım ve Arhan’ın , “Gelebilirsin,” demesi üzerine kapı kolunu indirerek açtığım kapıda odaya girdim. Arhan’ı yatağın üzerinde sırt üstü uzanmış bir şekilde gördüm. “Senin odan, müsaade isteyerek girmene gerek yok.” Diye de ekledi ben yanına yaklaşıp kadrajına girdiğimde. Elimdeki bardağı yatağın yanındaki çekmecenin üzerine bırakarak Arhan’ın yanındaki boşluğa oturdum ayaklarımı uzatarak.

“Senin için süt ısıttım onu içip öyle uyu lütfen.” Kafasını çevirip gözlerime baktı ve yattığı yerden doğrularak sırtını başlığa yasladı. Süte uzanıp kulpunu kavrayarak Arhan’a uzattım ve bardağı tutup sıcak sütü yudumlamasını izledim. Şeker atmamıştım sade içiyor olabileceğini düşünerek. “İstersen şeker getirebilirim.”

“İyi böyle ellerine sağlık.” Diyerek yeniden yudumladı sütünü. “Hem... sen varken şekere ihtiyaç duymuyorum.” Alık alık yüzüne bakmayı sürdürürken dudaklarımdaki tebessüm genişledi ve kalbimin kanat çırpmasına karşı koyamayarak dudaklarımı ileriye uzatıp Arhan’ın pürüzsüz yanağını öptüm. Tıraş olmuştu.

“Yanakların yumuşacık,” dedim mest olmuş bir şekilde ve elimi uzatıp yanağını sevdim.

“Senin de kalbin...”

Kalbim nasıl yumuşak olabilirdi ki? Ya da bunu nasıl hissedebilirdi? Gerçekten onca acıya rağmen böyle mi düşünüyordu hakkımda? Ah, kalbine dikenler batsa da ağzından gül kokuları saçan sevgilim...

“Saçlarımı sever misin güzelim?” Arhan’ın beklenmedik isteği şaşırmama neden olsa da mutlu hissettirmişti. Kendimden bir parçayı Arhan’da görür gibi hissettiğimdendir belki de bu mutluluk. Gözleri beklentiyle yüzümde dolanırken kafamı aşağı yukarı sallamam üzerine elindeki bardağı aldım ve Arhan kafasını karnıma yaslayıp uzandı.

İncinmesine sebep olan şeyler bana aitti ve şimdi...iyileşmek için bendeydi.

Elimin biri kuruttuğu saçlarının arasına kayarken diğeri de bacağımın yanında duran eline uzandı ve onu sıkıca kavradı. Parmaklarımız birbirine geçerken yanağını karnıma sürttüğünü hissettim ve bu beni gülümsetti. “Sadece yaşadıklarının izlerini görmüş olmak böyle canımın acımasına sebep oluyorken...ben senin nasıl acı çektiğini hayal edemiyorum. Hayal gücüm, kalbim, duygularım, ne var ne yoksa hepsi bu konuda çok yetersiz kalıyor. Kalbim sanki kör, paslı bir bıçakla doğranmaya çalışılıyor. Nasıl acı çektiğimi anlayabiliyorsun değil mi fıstığım? Beni senden başka bir fani anlayamaz.”

Fâni anlamaz, yaratan anlar. Bilir, işitir. Hislerini, düşüncelerini öğrenmeye çok ihtiyacım vardı bu yüzden cevap vererek konuşmasını bölmek istemedim.

“Güz gülüsün sen, benim güz gülüm. Hayatına hep hırçın fırtınalar uğrasa da dik durmaya çalışıyorsun. Dışındaki yapraklar yara alsa da içindeki tohumları koruyorsun.”

Güz gülü. Arhan’ın güz gülü...

Uzunca dakikalar geçti. Arhan karnımda uykuya daldı ve ben rahatsız olmasın diye biraz bile kımıldamadan öylece durdum. Saatler birbiri üzerine devrildi ve hava karardı. Biraz sonra misafirlerimin geleceğini bildiğimden dikkatlice yataktan sıyrıldım ve Arhan’ın kafasının altına yastığı koyarak üzerini örtüp odadan çıktım. Mutfağa geçip misafirlerim için yemek takımı çıkarıp oturma odasındaki masaya örtü açarak masayı kurmaya başladım. Beş kişi olacaktık bu yüzden yemeklerin rahatlıkla yeteceğini hatta artacağını da düşünüyordum. Bu konuda içim rahattı sadece çok yorgun hissediyordum kendimi. Masada bir eksiklik olmadığına kanaat getirdiğimde Arhan’ın olduğu odaya girerek giymek için birkaç parça kıyafet alarak banyoya geçtim. Kırmızı triko kazak, üzerinde kırmızı kalp desenleri bulunan koyu pembe hırka ve kot mavisi bol paça bir pantolon giydim. Saçlarımı düzelterek üzerimden çıkanları kirli çamaşır sepetine koyup banyodan çıktım. Akrep, 7’nin üzerinde durup yelkovan, 12’ye doğru usul usul yol alırken ev kapısı çalındı. “Bizim kıııız!” Ahaha, Karan.

Dudaklarımdaki büyük bir tebessümle kapıyı açtığımda Feza, Asu ve Karan ile karşılaşmayı beklerken bana sürpriz olarak Şimal de yanlarındaydı. Yine barışmışlardı Karan ile. “Hoş geldiniz,” diyerek müsaade ettiğimde içeri geçmeleri için, Asu çığlık atarcasına bir sevinçle kollarını boynuma sardı. Tabiri caizse üzerime çullandı. Arhan’ın uyanmasından endişe ederek, “Şşşş,” dedim telaşla. “Arhan uyuyor.”

“Çok mutluyum yarışmayı kazandık!” Biz.

“Sen değil bizim kız kazandı! Çekil şuradan,” diyerek Asu’yu kabanının kapüşonundan tutarak geriye çekti ve burnumun ucunu sıktı. “Tebrikler kız yer elması, zort ettin elin gavurlarını!”

“Şey...” Alt dudağımı ısırarak gülüşümü sakladım. “Uluslararası bir yarışma değildi. Türkiye birincisiyim ben, senin dediğin gibi elin gavurlarıyla yarışmadım.”

“Kapı önünde trafik yapmayı bırakın da ben de sarılayım!” Feza homurdanarak Karan’ı sırtından iterken Karan tökezleyerek ileriye doğru gitti ve böylelikle Feza kollarını bana sardı. “Muhteşem bir performans sergiledin canımın içi, sonuna kadar hak etmiştin tebrik ederim. Başarılarının sonu olmasın hep devamı gelsin.”

Sırtını okşayarak mahcupça gülümseyip geri çekildim ve bu defa da Şimal ile sarıldık. “Tebrik ederim Neva, Karan söyledi kazandığını o yüzden performansını izleyemedim henüz ama eminim birinciliğe yakışır bir performans sergilemişsindir.”

“Teşekkür ederim hepinize tekrar hoş geldiniz, içeri geçin lütfen.” Kabanlarını asıp içeriye yöneldiklerinde hızlıca mutfağa giderek Şimal için de bir servis alıp masaya yerleştirdim. “Ben Arhan’ı uyandırayım yemeğe geçelim isterseniz, acıkmış olmalısınız.”

Hepsi işten çıkıp gelmişlerdi buraya o yüzden de aç olduklarını bilmemek garip olurdu. Birkaç baş onayı aldığımda Arhan’ın yanına gittim yatağa çıkarak elimi saçlarının arasına daldırdım. “Canım.” Hoşnut bir mırıltıyla elime doğru sokulurken gülümsedim ve eğilerek burnunun ucuna dudaklarımı dokundurdum, hafifçe öptüm. “Uyan hadi, misafirlerimiz geldi. Yemek için seni bekliyorlar.” Gözleri kırpışıp hafifçe aralandığında yönünü bana dönerek kafasını bacaklarımın üzerine koydu. Ellerim saçlarını hâlâ okşamaya devam ederken ne kadar yorgun ve uykuya ihtiyacı olduğunu fark edebiliyordum.

“O kadar yorgunum ki, günlerce uyusam bu yorgunluk geçmezmiş gibi hissediyorum. Kalp yorgunluğu çok kötüymüş.” Saçlarındaki elimi tutup ağzına götürerek bileğime ve avuç içlerime birer öpücük bıraktı. “İstersen bu gece seni kollarımın arasında uyutabilirim.” Kafasını çevirip geriye atarak bana bakarken gözlerindeki parıltıyı yakaladım kısa bir an. İştahlanmıştı söylediklerim sayesinde. Onun bu haline memnuniyetle gülümserken yeniden öptü bileğimi. “Hiç istemez olur muyum fıstığım?”

“Peki madem, kalk misafirlerimizin yanına gidelim ayıp oluyor. Elini, yüzünü yıkayıp gel canım,” diyerek önce yataktan sonra da odadan çıktım. Doğrudan mutfağa geçerek hazırlayıp sunum tabaklarına özenle koyduğum yemekleri dikkatlice içeri götürdüm ve masaya yerleştirdim.

“Sana yardım edelim, yemekleri yaparken fazlasıyla yorulmuşsundur.” Feza’nın söyledikleriyle eş zamanlı olarak Asu ve Şimal de yerlerinden kalkarken bu teklifi geri çeviremeyecek kadar yorgun hissediyordum kendimi. Arhan odadan çıkıp banyoya girerken kızlarla birlikte mutfaktaki diğer yemekleri de masaya getirip yerleştirdik.

“Hoş geldiniz,” diyerek odaya giren Arhan yorgun bakışlarını masada dolaştırdı.

“Savaştan çıkmış gibisin bu ne hâl?” Arhan ile uğraşmaya başlamıştı Karan yine.

“Birkaç gün öncesine kadar sen de o savaşın içindeydin hatırlatayım,” diyerek hoşnutsuz bakışlarını Karan ile Şimal arasında gezdirdi Arhan ağır çekimdeymiş gibi. Şimal mahcubiyet içinde bakışlarını kaçırırken iki elini de bacaklarının arasına sıkıştırıp oturmaya devam ederken Arhan’ın yanına ilerleyerek uyarırcasına kolunu okşadım. “Hadi masaya geçelim, hepimiz çok açız.”

Pişirmiş olduğum çorbayı porselen bir tencereye boşaltarak masaya getirdim ve kaselere bol kepçe koyarak dibini sıyırdığım tencereyi mutfağa bıraktım. Arhan’ın yanındaki sandalyeye yerleşerek Şimal’in benim için doldurduğu su dolu bardağı aldım.

“Arhan, sen gerçekten iyi misin? Çok bitkin duruyorsun.” Arhan çorbasını içerken kafasını iyi olduğu anlamında sallayarak Asu’ya cevap verirken suyundan da küçük bir yudum aldı. “İyiyim, sadece birkaç gündür çok yoğun çalışıyorum ve uykusuz kalıyorum. Endişelenmeyin.”

“Kötüye bir şey olmaz zaten boş verin,” diyerek güldü Karan ve böyle yaparak Şimal’in uyarıcı bakışlar atmasına sebep oldu.

“Arhan kötü birisi değil,” diyerek çorba kaşığımı yeniden çorbaya daldırdım ve kaşığımdaki çorbayı içerken gözlerimi Karan’a çevirdim. Arhan’ın bakışlarını yüzümde hissederken eli masanın altından bacağıma yerleşti ve okşadı aşağı yukarı. “Sen göremiyorsun belki ama kocaman kanatları var Arhan’ın beni koruyup kollamak için. Benim için bir melek o.”

“Kargaya yavrusu şahin görünürmüş,” diyerek daha sesli bir şekilde güldü Karan ve bu hali moralimin bozulmasına neden oldu. Normalde olsa bu duruma bozulmazdım ancak Arhan’ın üzüntüsünü ve sebebini bildiğim için üzerine gitmesini istemiyordum.

“Boş yapma da yemeğini ye ağzımızın tadı kaçıyor saçma lafların yüzünden.” Feza çatalına batırdığı sarmayı ağzına atıp ters bakışlarını Karan’a çevirdi. Lokması bittiğinde de kolasından uzunca bir yudum aldı. “İnsan düzgünce hâl hatır sorar sen bodoslama zevzekliğe giriyorsun. Bedeni xl, beyni xxs Karan!”

“Barışmak yaramamış bu su camışına!” Asu da Feza’ya dahil olurken Karan anlamsızca kaşlarını çatarak Şimal’in elini tuttu ve öptü. “Aşk beni mutlu ediyor görmüyor musunuz? Ondan böyle uğraşıyorum sizinle.”

“Oysa ki bu defa geri dönüşü yok bu ayrılığın diyordun,” diyerek yaptığım pide dilimlerinden birini büyükçe ısırdı Arhan ve sorarcasına Karan’a bakmayı sürdürdü. Bu konuşmaların iyi bir yere gitmeyeceğini hissediyordum. “Hayırdır tükürdüğünü yalamışsın.”

“Geçerli sebeplerim vardı.” Şimal Arhan’a karşı çekinerek konuşurken yüzüne bakamamıştı. Bu konuşmalar en çok onu incitiyordu. Arhan’ın bacağına elimi koyarak uyarırcasına baskı uyguladım ve böylelikle gözleri bana çevrildi. Tatlı bir şekilde olduğunu düşündüğüm gülümsememi ona sunarken yanağımı sıkarak önüne döndü ve kısa bir an Şimal’e bakıp yemeğine odaklandı. Karan’ın ne halde olduğunu görmüştük bu yüzden Şimal’e karşı sinirliydi Arhan ve bunu da belli etmekten çekinmiyordu ancak bu onlardan başka kimseyi ilgilendiren bir durum değildi. Karan kararlarını verebilecek olgunlukta ve yaşta bir birey, bu yüzden onu sorgulamak bu masadaki kimsenin yapabileceği bir şey değildi.

“Hep mutlu olun,” diyerek konunun kapanmasına vesile olurken Şimal küçük bir tebessümle karşılık verdi. Durgunluğu belli oluyordu ve belli ki canını sıkan başka şeyler de vardı. Masada dönen muhabbetlerinin ucunun da barışmış olmalarına dokunması daha da üzülmesine sebep olmuştu. Bir saate yakın masada oyalanıp yemeklerimizi yedikten sonra el birliğiyle masaya toplayıp mutfağı temizledik ve Arhan’ın ocağa koyduğu çayı demledim. Oturma odasına dönerek yeniden Arhan’ın yanına oturduğunda televizyondan katıldığım yarışmanın videosunu açtıklarını gördüm.

“Sen ne zaman çıkacaksın ona göre ilerletelim hemen seni izlemek istiyorum,” diyerek sabırsızca konuşan Asu’ya kıkırdadım. Arhan’ın kolu belime dolanıp eli karnımın üzerine yerleştiğinde kafamı gövdesine yasladım. “Üçüncü sırada çıkıyorum ben baştan izleyelim bence diğerlerinin dansını da görmek istiyorum.”

“Aynen,” dedi Feza kafasını da sallayarak. “Zaten ilk sıralarda çıkıyormuş çok beklemeyeceğiz.”

“Bekleyin önce çayları getireyim, tatlı da yapmıştım sizin için,” diyerek yerimden kalktığımda Arhan da beraberimde kalktı. “Ben de yardım edeyim.” Arhan ile birlikte mutfağa gittiğimizde dolaptaki dinlenen tatlıyı çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Arhan tepsiye çay bardaklarını koyup çayları doldururken ben de pastayı dilimlemeye başladım. “Sen çok yorgunsun bu yüzden bana yardım etmene gerek. Halledebilirim.”

“Misafirlerimiz demiştin. Bizim, senin ve benim yani.” Dudaklarımda geniş bir tebessüm yer edinirken omzunun üzerinden bana bakan Arhan’la mayışarak baktım. Kalbimden içime sıcak bir şeyler yol alırken ısındığımı, erdiğimi hissettim. Arhan’ın etkisinden sıyrılarak dilimleri pasta tabaklarına koydum. Arhan çayları götürürken hemen arkasından pasta tabaklarını alıp götürdüm.

“Başlatıyorum videoyu!”

“Başlat, son üç tabağı da alıp geliyorum.” Asu cevabım üzerine videoyu başlatırken mutfaktaki üç tabağı da getirip birini Karan’a verip diğer ikisini de Arhan ile kendime aldım. Yarışmanın açılış konuşması yapılırken yaptığım pastadan bir çatal aldım.

“Arhan kadar şanslı olup şu yarışmayı yakından izlemek vardı. Ketum patron izin vermeyince böyle oluyor işte,” diyerek hayıflandı Feza. Asu da onu desteklercesine kafa sallarken hipnoz olmuş gibi, pastasını yediği sırada pür dikkat televizyonu izliyordu. İlk çift anons edilip piste çıktıklarında dans müziklerinin açılmasıyla dans etmeye başladılar. Asu şaşkınlık nidaları atarak izlemeye devam ederken sergilenen her figürde yüzü şekilden şekle giriyordu.

“Civcivim bizde katılıp böyle dans edelim.”

“Biz önce kışın buz tutan yolda yürümeyi öğrenelim canım yarışma sonraya kalsın. Sağlam gidip sakat dönmeye niyetim yok, teşekkür ederim.”

Karan ile Şimal tatlı tatlı konuşurlarken Asu şaşkınlıkla veryansın etti pistteki çiftin figürüne karşılık. Kız, partnerinin karnına bacaklarını sararak geriye sarkmıştı ve öylece kendi etraflarında hızla dönüyorlardı. “Şimdi beli kırılacak, ay imdat!”

“Ciyaklayıp durma da izleyelim,” diyerek Asu’yu dürttü Karan. “Senin sesinden müziği duymuyoruz ha!” Asu, Karan’ı umursamadan çayını içerken gözlerimi televizyona çevirdim. Çiftin performansı bitip izleyicileri selamlayarak giderlerken kısa bir vakit sonra ikinci yarışmacı geldi. Asu yine benzer tepkilerle izlerken Feza da isyan ederek dürttü Asu’yu sessiz olması için. Arhan’ın eli bel kenarımda ve karnımda ara ara hareketlenirken çayımı yudumladım. İkinci yarışmacının performansı boyunca Arhan’ın eli usulca karnımın üzerinde dolanmaya devam ederken piste benim çıkmamla birlikte dudakları şakağıma temas etti ve içimi ısıtan bir öpücük bahsetti bana. Kendi performansımı izliyor olmak utanmama yanı zamanda da gerilmeme neden olurken Karan’ın hayret nidaları yüzümü Arhan’ın göğsüne kapatmama neden olmuştu. Böyle alenen beğeni göstergeleri alışık olduğum şeyler değildi.

“Kız sen bu hareketi nasıl yaptın? Belin ağrımadı mı hiç?” diyerek şaşkın bakışlarını gözlerime çevirdi Karan ve beraberinde diğer gözler de bana çevrilmişti. Bacaklarımı büküp geriye eğilerek kaydığım hareketten bahsediyordu. Asu şapşal bir duygusallıkla bana bakarken Arhan’ın saçlarıma çarpan sıcak nefesini hissedebiliyordum. “Ne cevherler varmış sende böyle bizim kız? Helal olsun kız sana!”

“Hak etmişsin gerçekten birinciliği,” diyerek methetti beni Şimal ve ona tebessüm ettim karşılığında.

Öyleydi. Hak etmiştim. Yıllarca bunun için çabalamıştım ben. Babamın, yanımda olamasa da, gururlanması için bu birinciliğe layık olmam gerektiği bilinciyle çalışmıştım hep, öyle de oldu. Emeklerim karşılık buldu.

Babacığım, can parçam... Görüyorsundur umarım beni, mutluluğumu ve mutlu oluyorsundur umarım. Arhan’ı da gör babacığım, çünkü o benim hayatımın en güzel yanı.

PİNOKYOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin