Bölüm On Dört (14):
*Beş yıl sonra- Irak.*
Kolumu sıyırarak geçen kurşunla geriye savruldum. Silahıma uzanacağım sırada keskin nişancıyı fark ettim ve hızlıca geriye çekildim. Zor da olsa bir kayanın arkasına attım kendimi.
"Yakamoz! Yaralı var mı?!"
"Salih sol karın boşluğundan, Tunç da kolundan vuruldu komutanım."
"Durumları nasıl?"
"Stabil komutanım." derin bir nefes aldım. Çantamdan hızlıca telsizimi çıkarttım.
"Komutanım, çıkamıyoruz!" adeta sağır olmuştum. Kulaklarım çınlıyor, kurşunlar bir bir yanımdan geçiyordu. Bir yanda patlama sesleri, bir yanda bağrışmalar vardı.
"İHA yolda yüzbaşı, az daha dayanın." telsizi kapattığımda, sürünerek yanıma gelen tim arkadaşıma baktım. Yanıma gelince sırtını hızlıca kayaya dayadı.
"Komutanım, son durum nedir?"
"İHA yoldaymış."
"Çok şükür." havada bir ses duyunca gülümsedim.
"Yakamoz! Geriye çekilin." Ve ardından birkaç patlama sesi.
...Geçen yarım saatin sonunda ortalık tertemiz olmuş, biz de geri dönmek için arabalara binmiştik.
"Allah savunma sanayiinin ne muradı varsa versin komutanım ya." hafif kahkaha attım.
"Öyle oğlum, öyle."
"Komutanım, ne zaman dönüyorsunuz?"
"İki günüm var, cumartesi dönüyorum. Hiç istemiyorum ama işte mecbur."
"Bizim de atama zamanı gelmiş komutanım. Keşke tim olarak atansak."
"Evet komutanım ya, çok güzel olurdu." gülümsedim.
"Ne yapsam konuşsam mı generalle?" Bir anda heyecanlanmaları ile tebessüm ettim. Hemen söze atladılar. "Konuşun komutanım."
"Valla olur komutanım."
"Komutanım başka time alışmak zor olur hem."
"İyi iyi, susun. Konuşurum. Sağ salim bir dönelim de."
Dememe kalmadan bir patlama sesi geldi. Alper ne ara üzerime kapandı, ne ara dışarıya uçtum ya da ne ara karnıma demir saplandı, bilmiyorum.
Sadece tek duyduğum yoğun ateş sesleri ve inlemeler olmuştu.
..."Yakamoz!" kabus görmüştüm. Yine her zamankilerdendi diye düşündüm. Ta ki gözlerimi açar açmaz beyaz bir tavan ile; burnuma gelen hastane kokusu ile karşılaşana kadar...
Hızlıca doğrulmaya çalıştım ama karnıma öyle sert bir acı saplanmıştı ki, geri yatmak zorunda kaldım.
"Yat yüzbaşı, yat." sağıma döndüğümde ayaklanmış, bana doğru gelen generali gördüm.
"Komutanım... Komutanım, Yakamoz nasıl?"
Konuşmadı.
Başını önüne eğdi.
Ve sadece sustu.
Bense yutkundum. Yutkundum ama hiçbir faydası olmadı. Koca bir yumru oturdu boğazıma. Boğazım düğümlendi. Nefes alamadım. Gözyaşlarım bardaktan boşalırcasına akmaya başladı. General ise omzumu sıvazladı.
"Dik dur. Sen dik duracaksın ki, onlar sevinmesin. Başımız sağ olsun."
"Vatan sağ olsun komutanım." Tam kapıdan çıkacak iken tekrar döndü.
"Hakkari'desin, tayinin buraya çıktı." diyemedim istemiyorum diye. Aslanlarım da benimle gelecekti.
"Komutanım, hepsi mi?" Burukça tebessüm etti.
"Yakamoz'un gözdesi hariç." bir nefes aldım ama özlem doluydu bu. Bir an önce gelseydi askerim.
"Ben nasıl hayatta kaldım?"
"Alper Yüzbaşı üzerine kapanmış, sonrasında da araba patlamadan dışarıya çıkartmış seni." Ağlamam şiddetlendi. Artık hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Börü'nün yaşadığına sevinmeye mecalim bile kalmamıştı.
"Bu arada, Börü'yü de seninle Hakkari'ye gönderdim. Burada istihbaratta çalışmaya devam edecek." başımı salladığımda, odadan çıktı.
Yalnız kalmak ise bana hiç iyi gelmemişti. Bir anda üzerime bir yük çöktü. Gözyaşlarım daha da hızlı akmaya başladı. Yataktan doğrulmaya çalıştığım sırada karnıma bir ağrı saplandı.
"Yeter! Bıktım! Yetmedi mi çektiklerim?!" sinirle etrafımdaki eşyaları savurmaya başladığım sırada odaya biri girdi.
Kim olduğuna bakmadım ama anladım işte. Börü'ydü. Gelen hemşireleri durdurup sıkıca sarıldı bana. Ben ise ona. "Orkun."
"Buradayım abla. Ağla, dök içini. Yanındayım." tesellisi ile daha çok ağlamaya başlamıştım ki, bir anda her yer simsiyah oldu.
..."Su." boğazım inanılmaz kuru bir şekilde uyandım. Biri beni başımdan destekleyip su içirdi. "Doktor beyi çağırabilir misiniz? Hasta uyandı." Gözlerimi açtım ve yanıbaşımdaki Börü'yle göz göze geldim.
"Hele şükür be ablam." güldüm.
"Çok mu özledin beni?" sesimin çatallaşmasını umursamadan konuştu. "Valla öyle böyle değil abla." Yaşananlar aklıma hücum ettiğinde içime bir şey oturdu.
"Cenazeleri neredeymiş?" bunu beklemiyor olacak ki afalladı. Ardından hemen toparlandı, Börü'ydü o, toparlanırdı, toparlanması lazımdı. "Hepsi memleketlerine gidiyor abla; Tunç Muğla'ya, Salih Samsun'a, Hakan abi Hatay'a, Serkan Niğde'ye, Fırat Yozgat'a, Alper-"
"Tamam, onu söyleme." kendimi öyle suçlu hissediyordum ki, ismini duyunca gözlerim doluyor, kulaklarım çınlıyordu.
"Hangisine gideceğiz?" sorusunu yanıtsız bıraktım. Sadece yüzüne baktım. Dakikalarca.
"Hiçbirine, ben askerlerimin, çocuklarımın arasında seçim yapamam." başını salladı sadece. "Biraz zaman geçsin, sonra taziyeye ve şehitliklere uğrarız." cevap vermedi.
"İyi ki varsın Orkun. Sen de gitsen ne yapardım aslanım." gözlerim tekrardan dolmuştu, tam bir şey söyleyeceği sırada odaya doktor girdi.
"Merhaba, müsait misiniz?" başımı sallayarak onayladım.
"Ne zaman çıkabilirim doktor bey, yapacak çok işim var." burada böyle yatmak suçlu hissettiriyordu. 'Neden kapandın ki üzerime Alper, neden tedbirsiz davrandım ki?'
"Şu an çıkmanız mümkün de-"
"Çıkmam gerekiyor doktor. Çıkart beni buradan, yalvarırım." ayaklandığım gibi geri oturmam bir oldu.
"Pekala, son kontrollerinizi yapayım. Çıkıp çıkamayacağınıza bakalım." başımı salladım. Steteskop ile birkaç rutin kontrolleri yaptı. Ardından dosyaya bir şeyler yazdı.
"Alkım hanım, gün içerisinde çıkmanız mümkün. Lakin refakatçi bulunması şartıyla." kafamı Börü'ye çevirdim. O ise hiç tereddüt etmeden ayağa kalkıp birkaç yere imza attı. Bana döndüğünde gülümsedim.
"Ben çıkış işlemlerini hallederim, sadece çıkarken imza atmalısınız."
"Tamamdır doktor bey, sağ olun." o odadan çıktığında Börü bana döndü. "Yürüyebilecek misin?" başımı salladım. Yatakta doğrulmaya çalıştım. Karnıma ağrılar saplanıyor, canım acıyordu ama benim acım, onların acısının yanında hiçti.
Bunu düşünerek hızlıca ayağa kalktım. Tabii tam yeri boyluyordum ki, Börü koluma girdi. Dişlerimi sıkarak yürümeye başladım.
"Doktor bey bugün çıkmakta ısrar edersen çıkabileceğini önceden söylemişti, ben de çantaları arabaya koydum." üstünde durmadım, sadece kafamı salladım.
…Bölüm sonu.
Düşüncelerinizi bekliyorum.
Sağlıkla kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Savaş
ChickLitTürkiye'nin ilk kadın SAT komandosu; Kıdemli Üsteğmen Karasu. Derler ya askerler sert olur diye, bir de SAT komandosuysa? Adımlarıyla yeri, göğü inletmeli değil mi? Herkes Karasu'dan sert olmasını beklerken, her kelimeyi şakaya vurabilme yeteneğine...