Çocukların gülüşme sesleri var kafamda, bunlar beni rahatsız etmekten çok mutlu ediyor aslında. Tek kötü yanları gülüşlerin ardına hemen bir çığlık kopuyor ve hepsi ağlama sesine dönüyor. Tüm bunlar vücudumu yoğun bir sanatla doldursa bile hiçbirini dışa vuramıyordum.
Sahi ben şu an kaç yaşındaydım? Yirmi beş? Hayır hayır, on dokuz muydum yoksa? Ah hayır, yirmi yedi yaşındayım... Sahi, ömrümün yarısına sekiz yıl kalmıştı ve ben kendimi bildim bileli böyle boktan bir hayata sahiptim. Çocukları seviyor muydum acaba? Bunun üstüne hiç düşünmedim. Güneş ışığı, akan sular, topraklar, kurumuş otlar, çizgili kıyafetler ve mavi rengi... Bunları seviyor muydum hiç düşünmemiştim, peki ya beyaz? Ah hayır, bunu da düşünmedim.
İki hafta sonunda Jeongin'le haberleşip tabloya devam etmek için gün ayarlamıştık. Geldiğinde suratı oldukça asıktı, sebebini sormadım çünkü merak etmiyordum. Acaba hangi evrende yaşıyordum? Onun, benim, bizim, onların ya da diğerlerinin...
Bilmiyordum bunu da, birçok şeyi olduğu gibi. Bir süre yüzüne baktım, dudakları oldukça güzel duruyordu. Ah evet, bu sefer biliyordum. Güzel dudakları seviyordum, ancak bu güzel dudaklar içinde sadece onunkileri öpmek içimden gelmişti. Düşüncelerimi dağıtan çantasından çıkardığı inci kolye olmuştu. Oldukça hoş duruyordu, ellerime bıraktığında rahat inceleme şansım olmuştu. "Bunu takarsam tablo daha hoş durabilir." dediğinde kolyeyi izlerken onu onaylamıştım. "Bu hayatımda gördüğüm en güzel şey." dedim ve kolyeyi boynuna taktım. Yavaşça üstünü çıkarıp yatağa uzandı, yanına adımlayıp yavaşça bacak ve kollarını düzelttikten sonra şovalenin önündeki tabureye oturup kolyeyi çizdim. Pek uzun sürmediğinden diğer detaylarla beraber boyamak için paletimi çıkardım. İroniktir k Jeongin ve bana ait olan meniyi kırmızı boya ile karıştırıp dudaklarını boyadım. Onları hiç öpmemiştim. Gözyaşı ve teri halletmek oldukça zor olacaktı sanırsam. Birkaç saat süren boyama sonrasında Jeongin'in saçlarını yarılamıştım. Jeongin'e kısa bir bakış attığımda terlediğini görmek beni sevindirmişti. Temiz ve kuru olan fırçamı alıp Jeongin'in yanına gittim, fırçayı yavaşça göğüs arası ve alnında gezdirdikten sonra yerime geçip kahvereng boyayla karıştırıp saçlarını boyamaya devam ettim. Gözyaşı işlerini düşünürken aklıma Jeongin'in ölen arkadaşı geldi. Bir ara onun hikayesini dinlersem gerçek gözyaşları dökerdi ve kullanabilirdim. Birkaç saat daha geçtikten sonra Jeongin'i daha fazla yorma hakkım olmadığını düşünüp iki dal sigarayla Jeongin'in yanına gittim. Birini ona verip "Bugünlük yeter." dedim. Beni onaylayıp sigarayı aldı ve kıyafetlerini özensizce üstüne geçirip yanımda ucunu yaktı. Kolyesini yavaşça çıkarıp eline aldı ve bana uzattı. Güzel kolyeyi yeniden elime aldım ve incelemeye devam ettim. Bağ noktası ile oynarken kolyenin boncukları yavaşça yatağa döküldü. Güzel inci kolyeyi kırmıştım ve boncuklar çarşafın olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hell or high water/hyunin
Fanfiction'Fazla güzelsin küçük Aşk Tanrısı, taşıyamazsın onca günahı.' 23.11.23