"Ağlamaya ihtiyacın var Hyunjin, sen Denis değilsin."
Rüyamdan beni uyandıran sözler. Nefret ettiğim babam söylüyor bunları, o adamın konuk olduğu rüyalarım kabus mu yoksa cennet mi kestiremiyorum. Sakince ondan aldığım kahvrengi saçlarımı seviyor, ondan aldığım benimden beni öpüyor. Dokunuşları o kadar yumuşak ki kucağında güvende hissedebileceğimi sanıyorum, ancak artık küçük değilim. Uykumdan uyandığımda yine evimde yalnızım. Babam nasıl biriydi? En azından ben dokuz yaşıma basana kadar iyi olduğunu hatırlıyorum. Anneme cehennemi yaşatıyor olsa bile, bana şiddet gösteriyor olsa bile saçlarımı okşamayı ihmal etmezdi. Sonrasında büyüdün artık başlığı ardında gelen küfürler, dayaklar derken bir baktım gerçekten büyümüşüm. Yatağımdan kalkıp aynaya bakıyorum. Saç köklerim yeniden kahvrengiliğini göstermeye başlamış. Ellerimi saçlarıma geçirip çekiştiriyorum. Nefret ediyorum. Başım ağrıyor gördüğüm rüya yüzünden. Her an ağlayacak gibi hissediyorum, başarırsam ne mutlu bana.
Banyodaki rafa zarzor adımlayıp saç boyasını alıyorum ve karışımı hazırlayıp saç diplerimi boyuyorum ve beklerken benin üzerine kapanması adına bir şeyler sürüyorum. Canım her anlamda yanıyor ve kendim gibi hissetmiyorum. Gözlerim yavaş yavaş dolarken buna engel olmak istemiyorum. Ağlayabiliyorken ağlamak iyidir. Hyunjin ya da Hwang değilim ve kendi etnik kökenimden belki de en çok bana bunları veren babamdan nefret editorum. Onun bana verdiği şeyleri örtüyor ya da ağlayarak vücudumdan atıyorum. Kahvrengi saçlarımı siyaha boyuyorum, gözümün altındaki beni kapatıyorum ve onun istediği gibi durmamaya özen gösteriyorum. "Erkekler ağlamaz Hwang Hyunjin, bunu bilemeyecek kadar aptal mısın? Erkek değil de aşağılık bir ibne misin yoksa? Senin gibi bir evladım olmasa ne kadar mutlu olurdum...". Etimi kemikten sıyırıp başka bir ben oluyorum ve yeni bir hayata doğmak için ne kadar yaşlı veyahut genç olduğumu sorguluyorum. Yeniden başka bir bedende doğsam, sevdiğim işi yapsam, aşık olabilsem daha iyi olmaz mıydı? Her bir düşünce beynimde bir parazit ve beni öldürmeye ant içmiş. Nefret çok yüce bir duygu, en güzel çiçekleri doldurur ve toprağı zehirler. Nefret ettiğim onca şey var sanırım ancak bunları kafamda bir listeyle sıralayabilmiş değilim. Konu babamsa "nefret ediyorum" diyebiliyor muyum onu bile bilmiyorum. Bunun üzerine düşünmek bile canımı yakıyor ve beni neredeyse her şeye tahammülsüzleştiriyor.
Tahammül
bunce şevk ve zevk ile
tutunmaya çalışırken hayata
bir anda tahammülsüzleşiyorum
gerekli bir sebep olmadıkça
.
mana yüklemiyorum düne
ne de ardından geleceğe
nasıl olsa benimle diyerek
zaman tanımıyorum kendime
.
bilmem belki de sebep arıyorum
bulutların renksizliğine
ve neden içlerinden kuş geçmediğine
anlam veremiyorum hiçbirine
.
gökyüzü neden mavi
bulutlar neden beyaz
kirazlar neden güzel
gereksiz felsefe eyliyorum kendimce
.
renklere anlamlar yüklemek istesem bile
yalnız tek birini seçebiliyorum içlerinde
aylara verilen isimlerden çok
içlerindeki anıları arzuyla düşlüyorum
.
-ve fark ediyorum ki,
gün geçtikçe tahammülsüzleşiyorum-
.
kendimi ifade etmeye çalışmıyorum
bu yüzden anlaşılmak da istemiyorum
kilidimi dudaklarıma koyuyorum ki
çilingir bile unutsun işini elindekilerle
.
renklerin kokularını arıyorum
tahammülsüzlüğe bir renk seçmeye çalışıyorum
gri ve beyaz tonları içinde
yalnız gri diyebiliyorum
gün geçtikçe tahammülsüzleşiyorum
.
dumana da rengini veren tahammülsüzlük
içsel çöküşleri de isimlendiren
balıkları suda yüzdüren
ölülerini toprağa gömen
.
bir avuç tahammülsüzlüğü
bardağıma döküp kuşlara içiriyorum
onlar da belki bu yüzden uçmuyor bulutlar arasında
belki de en çok orada üşüyorlar
.
arzulamıyorum nasıl olsa düşünüyorum
dinliyorum nasıl olsa anlıyorum
hissetmek ve hissetmemek arasında kalıyorum
olsun yine de tahammülsüzleşebiliyorum
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hell or high water/hyunin
Fanfiction'Fazla güzelsin küçük Aşk Tanrısı, taşıyamazsın onca günahı.' 23.11.23