Kışladan aldığım emirle çıkıp yavaş ve savsak adımlarla kampa doğru ilerledim. Verilen emre göre kamptakileri kontrol etmem ve hizaya dizdikten sonra yeni kayıt işlerini tamamlamam gerekiyordu. Yüksek rütbeli bir asker olmama rağmen neden ayak işleri ile uğraştığıma pek bir anlam veremiyordum. Kampa vardığımd alt rütbeli askerler çoktan hizaya dizilmişti. Basit bir selamlaşma ardından sayım yaptık ve sivilleri getirmelerini istedim. Ofis tarzı yere oturup fiziki testlerini gözden geçirdim ve sırayla sivilleri almaya başladım. Fiziki yeterlilik sınavından geçememişleri, sağlık kabini adı altında geçen ancak test için kullanılan yere yönlendirdikten sonra sağlıklı olanları almaya başladım. Onları çalışma kamplarına yönlendirirken sıkıldığımı hissedip sarı filtreli bir sigara yaktım ve önüme gelen evraktaki ismi yüksek sesle bağırdım "Yang Lefter Jeongin.". Adı İbranice değildi, bir süre kelime dağarcığımı yokladım, isim Yunanca'ydı ancak ordu Yunanista'a girmemişti. Belgeleri yoklarken ailesinin yarı Alman olduğunu ama devlet karşıtı ayaklanma çıkaran bir örgütte payları olduğunu gördüm. Kafamı kaldırıp çocuğu incelemeye başladım. Gözleri ağlamaklıydı, sert bir tonda "Yaşın kaç?" dedim. Titrek bir sesle "16 efendim." cevabını verdiğinde dosyasını okumaya devam ettim. Provokasyon eylemlerinde genç yaşına rağmen baş çekmiş ve Almanya'yı aşağılayan söylemlerde bulunmuştu. Sinirle yerimden kalkıp küçük suratını tek elime tuttum ve sert bir sesle "O küçük kafanla yüce milletimi aşağılayabileceğini mi sandın? Böcek seni!" dedim ve cümlemi bitirir bitirmez yüzüne sert bir yumruk geçirip yere yığılışını izledim. Dudağı patlamış ve gözleri dolmuştu. Karnına ve bacaklarına art arda postal botlarımla tekmeler geçirdikten sonra gözlerine baktım. Yaşlar süzülüyordu. İçimde bir şeylerin kırıldığını hissetiştim nedense. Başımı sallayıp düşüncelerimi dağıttım ve kampa geçmesini söyledim. "Beni gördüğün yerde sikik bir deliğe kapan ve gün ışığını bile görme. Seni gördüğüm yerde öldürmeyeceğim, ölüme her seferinde yaklaştırıp daha çok acı çekmeni sağlayacağım." dedim. Zarzor ayağa kalkıp başıyla beni onayladı ve topallayarak kampa doğru ilerledi. Ardındaki çocuk son kişiydi ve korku dolu gözlerle bana bakıyordu. "Lee Yona Felix." dedim ve genç bakışlarını gözlerime korkakça çıkarıp "Buyrun efendim." dedi. Saçlarımı geriye atıp dosyasına göz attım. Yahudi asıllı olması buraya geliş sebebiydi ve fiziki yeterlilik testini ucuyla geçmeyi başarmıştı. Ukalaca dudaklarımı kıvırıp bakışlarımı çocuğa çevirdim, oldukça cılız duruyordu. "Yaşın kaç?" dedim ve "17" cevabını aldıktan sonra onu onayladım. Herhangi bir suçu yoktu, Almanya'da doğup büyümüştü, ailesinin buraya geliş amacı çalışmaktı. Führer ve partisi başa geçtiğinden beri Almanya gerçekten önemli gelişmeler yaşamış ve istihdam yaşanmıştı. Avrupa'nın birçok yerinden çokça işçi buraya gelmişti. Ailesi buraya önceden gelmiş gibi görünüyordu. Herhangi bir suç kayıtları yoktu ve oldukça temiz görünüyorlardı. Bakışlarımı yeniden çocuğa çevirdim, oldukça güzel bir yüzü vardı ve tabiri caizde kadın güzelliğine sahipti. Beyaz tenliydi ve şekilli bir vücuda sahipti. Onun adına fazlaca üzülmüştüm çünkü bazı askerler onu altına almak için çoktan sıraya girmişti. Çocuğa nazikçe gülümseyip elime rastgele bir kağıt aldım ve "O yanındaki böceğe söyle ki yanından ayrılmasın. Askerler üzerinizde akbaba gibi dolaşacaklar muhtemelen. Birkaç aylığına burada kalıcı görevdeyim. Sayıma geç kalmamaya özen gösterin. Geçmişinde Almanya'ya büyük bir sevgiyle yaklaştığını görmek beni mutlu etti." yazdım ve gizlice çocuğun eline tutuşturup kampa yolladım. Evrakları doldurmak şimdilik vazifemdi.
Saçmalık çok garip bir ibaret doğrusu. Şimdilik benim saçmalığımın ibareti o yazdığım ufak nottan ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hell or high water/hyunin
Fanfiction'Fazla güzelsin küçük Aşk Tanrısı, taşıyamazsın onca günahı.' 23.11.23