kelebek

30 5 0
                                    

Bugün hasta olduğum için izinliyim, nöbetim başka bir askerde ama aklım yine o çocuklarda. Kökenlerimiz aynı, sadece ben Almanım o kadar. Sabah saat sekiz suları, en azından tahmin ediyorum. Hastayım dediğime bakmayın sadece midem bulanıyor, geçen gördüklerimi atlatabilmiş değilim ve hava almak adına cam kenarında oturuyorum. Hava kapalı, Güneş çoktan doğdu ama Kızıl Ordu'nun soğuğu Führer'in vatanına düşmüş, biraz yağmurlu bugün. Pencere pervazında ölü bir kelebek var, birkaç bacağı kopmuş ve kanatları yerlerce yırtılmış. Oldukça hoş görünümlü bir kelebek ancak ömrü uzun değil. Yavaşça pencereyi alıp parmaklarıma özenle kelebeği tutuyorum ve onu içeriye alıyorum. Tahta masanın üzerine beyaz bir kağıt serip kelebeği onun üzerine koyduktan kanatlarını açarak ufak iğnelerle onu kağıta sabitliyorum. Etrafına birkaç kurumuş çiçek iğneledikten sonra kahvrengi bir çerçeveye koyup kelebeğime bakmaya başlıyorum, Jeongin'i anımsatıyor nedense. En başta nefret ettiğim bu çocuğa karşı neden bir anda böyle hissediyorum bilmiyorum ancak bir sıfat yüklemeyi reddediyorum. Yaşı benden küçük ve üstelik reşit bile değil. Tebessüm etmeye başladığımı biraz geç fark etsem bile gülmeye başlayıp saçlarımı geriye atıyorum. Akşama yeniden kampa dönmem gerekecek bu yüzden çantamı kontrol etmem lazım. Yeni iki krem, cep mataram, ilaçlar, sargı bezleri, tentürdiyot ve ufak bıcağım. Küçük bir çocukken bir asker hediye etmişti, bu yüzden ona gözüm gibi bakıyordum. Bileme ve cila işini bizzat yapıyordum ki üstündeki zambak işlemesi kaybolmasın. Muhtemelen bir Rus askeriydi o adam. Oldukça yakışıklı olduğunu o zamanki duygularımdan hatırlıyorum, yoksa yüzünü hafızamdan yitireli çok oldu. Gülümseyerek avcumun arasındaki bıçağı sıktım ve çantamın ön gözüne attım. Aklıma Felix ve Jeongin gelmişti, muhtemelen açlardı. Derin bir nefes alıp mutfağa ilerledim ve napabileceğimi düşündüm. Yemek yapma konusunda pek yetenekli değildim ve genelde eve gelen hizmetçi ya da komşular yemek yapıp verirdi ve onları bitireli çok olmuştu. Büyük bir matara çıkarıp temiz su koydum ve masanın üstüne bıraktım. Dolabı açıp bir süre göz gezdirdim. Şansıma üç kutu konserve sığır eti vardı. Hızlıca masaya bıraktım ve bakınmaya devam ettim. Ufak sandviçler yapabilirdim sanırım. Dolaptan gerekli malzemeleri çıkardıktan sonra ekmeklikten ekmeği aldım ve ellerimi yıkayıp dört tane ufak sandviç yaptıktan sonra paketledim. Yaptığım bu şey başıma büyük bir bela açabilirdi, Führer'e bu kadar bağlı olmama rağmen bu yaptıklarına tam olarak anlam veremiyordum. Kışlaya getirilmeden önce ağır bir eğitim almıştık ve bunun büyük bir kısmı propaganda niteliğinde milliyetçi duyguları ve Führer sevgisini arttırmaya yönelikti. Tüm bunları kenara bırakıp dolaplarımı karıştırmaya başladım, geçenlerde ufak bir marketten aldığım şekerlemeleri görmemle sevindim. Her çocuk şekerlemeyi severdi. O ağır şartlar altında çalışan, büyüyen ve ölen her çocuk yine de çocuktu. İçimi acıtıyor olsa bile onlar da mutlu olmayı hak ediyordu. Sanırım anneme çekmiştim ve insaf duygusu iliklerimde geziyordu. Babam denilen aşağılık ibne ise evlere ırak.

Kampa geldiğimde akşam sayımı yapılacak ve sonrasında herkes yatağına dağılacak ve nöbeti olanlar gezinecekti. Nöbet benim olduğundan rahattım. Kamptakiler sıralandığında yanımdaki askerle sayımı yapmaya başladık hiçbirinin adı yoktu. Yalnızca sayıları vardı. 138674 dediğimde Jeongin burada demişti, 138675 dediğimde ise Felix ses vermişti. Herkes yorgunlukla yatakhaneye adımlarken çocuklara işaret verdim ve yarım saat sonra buluşmak üzere sözleştik. Aramızds özel bir el işareti vardı. Pamaklarımı avcuma kapatıp baş parmağımı çıkarttıktan sonra kendime ardından sağa veyahut sola çevirdikten sonra kaç dakika sonrası olduğuna dair sayı veriyordum. Kışlaya geçip selam verdim ve saati kollamaya başladım, on dakika kala askerlere 'Dolaşmaya çıkıyorum, buradan ayrılmayın.' dedim ve sözleştiğimiz yere doğru ilerledim. Çocukları uzaktan seçmeye başladığımda gülümsedim ve gelmelerini bekledim. Yüzlerinin güldüğünü görmek her şeye bedeldi. Yavaşça tebessüm edip selam verdim ve hızlıca çantamdakileri çıkarıp onlara verdim. Buna daha ne kadar devam edebilirdim ya da onları daha ne kadar koruyabilirdim herhangi bir fikrim yoktu. Tek bildiğim onları buradan kurtarmaya çalışırsam başımızın belaya gireceğiydi. Utanarak teşekkür ettiler ve Jeongin biraz utanmış görünerek gözlerini toprağa çevirdi. Kısık bir sesle 'Size sarılabilir miyim efendim?' dedi. Dediklerine şaşırmış olsam bile kollarımı açtım ve onu kollarım arasına aldım. Kalp atışlarını göğsümde hissettiğimde oldukça utanmıştım. Saçlarına ufak ve hissetmeyeceği bir öpücük bıraktığımda bizi gülerek izleyen Felix'e göz kırptım. Gülmeye başlamıştı, bu çocuklar gerçekten onca karanlık şey içinde tek mutluluk kaynaklarımdı. 

hell or high water/hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin