15. Bölüm

6.1K 363 33
                                    

Hatırlatma
Şimdiyse yemek masasının etrafına geçmiş yemeğimize başlamak için oturmuştuk.

Birden konağın kapısının açılmasıyla hepimizin bakışları oraya döndü.

"Büyük torununuzu beklemeden mi başlayacaktınız ?"

Evet, bu oydu.

Mirza Kuyucu.

Kucağında küçük bir bebek, yanında siyah saçlı fazlasıyla güzel bir kadınla durmuş bize bakıyordu.

Babam hemen ayağa kalkıp Mirzanın yanına gitti.

"Oğlum, neden haber vermedin bize ? Hem sen ne zaman geldin Mardine ?"

"Sağol baba, bende iyiyim ve sizleri de çok özledim. Hatta torununuz da iyi. Bugün vardım buraya, geleceğimi söylemedim çünkü" Tam da bu noktada gözleri bana değdi. Gerilmiştim ve bir an bakışlarının tesirinden ne yapacağımı bilemedim. Bakışları hem fazlasıyla yakıcı, hem de fazlasıyla soğuktu. İnsana aynı anda bir çok duyguyu tattıracak cinstendi. Garipti, hem de fazlasıyla.

"Çünkü sürpriz yapmak istedim aileme. Ama görüyorum ki, siz buna hiç sevinmediniz."

"Olur mu öyle şey torunum, sen bizim canımızsın. Çok özledim seni. Uzun zaman sonra gurbet ellerden dönmüşsün. Nasıl sevinmeyelim, sadece hepimiz çok şaşırdık. Hem çocuğu daha fazla ayakta tutmayın, yoldan gelmiş, yorulmuştur. Hadi bakalım geçin sofraya."

"Ben de seni özledim babaannem, vallaha aralarından hep en çok sevdiyim sen olarak kalacaksın. Bak bunlara, hiçbiri özlememiş beni. Hadi neyse, doğru söylüyorsun vallaha çok yorulduk hepimiz. Geçelim sofraya."

Mirza ve eşi de masaya geçtikten sonra biraz da olsa rahatlamıştım.

Sol melek: Her an onun bir problem çıkaracağını düşünüyorum açıkcası.

Sağ melek: Bu sefer hiç istemesem de ben de sana katılıyorum.

Sol melek: Bir gün herkes bana katılacak zaten.

Bu sefer kendimi avuta bileceğim bir sağ meleğim de yoktu.

Sağ melek: Sadece  bir kez sana sol melekle bir oldum. Ne bu tantana ?

Sol melek: Eee, boşuna dememişler, birine iyilik yapmayı kestiğin an kötü birisi olursun diye.

Kim demiş onu ?

Sol melek: Bilmiyorum, salladım öylesine.

"Oğlum, senin nereden haberin oldu bizim Mardine geleceğimizden ?"
 
Benim de merak ettiğim şey buydu. Nasıl haberi olmuştu ?

"Denizle konuşmuştuk dün. O söyledi."

Vay seni hain panterr.

Demek sen söylemişsin.

Pekala, sorun değil. Abisi ne de olsa. Yani söylemesi de gayet normal bir durum.

Sizce de öyle değil mi ?

"Ben de dedim, ailemi uzun zamandır göremiyordum, gideyim bende en iyisi. İyi yapmışım değil mi ? Hem tanışmamız gereken biri var ne de olsa, hatta birileri."
Tüm bunları söylerken gözleri benim üzerimdeydi. Ama son cümlesini Bala bakarak söylemişti.

Bizi kastediyordu. Ondan rahatsız olmuş mudur ?

Ama ben neden bu kadar korkuyordum ?

Çünkü ben bu zamana kadar yanlızdım hep.

Kalabalık içerisindeydim, ama kimse sesimi duymuyordu, kalabalık içerisindeydim ama kimse beni görmüyordu, kalabalık içerisindeydim ama kimse benimle konuşmuyordu. O kalabalıkta yalnızdım.

Kalabalaktı her yer. O zaman neden kimse duymuyordu feryatlarımı. Bu şehirde yok olurken neden kimse el uzatmıyordu. Görmüyorlar mıydı. Oysa etrafımda kalabalıktı. Ben bu kalabalıkta nasılda yalnızdım...


Birileri tarafından sevilmeye muhtaçtım, bunu en iyi Kuyucuların o güzel aile ortamının arasındayken fark etmiştim. Şimdiyse korktuğum o sevgiyi hiç kazanamadan kaybetmekti. Çünkü bir zamanlar korktuğum, kaçtığım ailem, gözümde çok kıymetliydi artık. Çünkü çok yalnızdım. Meğer ben, kalabalıkta yalnız olmayı seviyormuşum.

"Güzel güzel yemeğimizi yiyelim, sonra tanışırsınız."

Dede beyciğimin laflarıyla herkes yemeğine kaldığı yerden devam etti.

Bir kaç dakikalık sessizliğin ardından Balın huysuzlanmasıyla acıktığını anlamıştım.

"Bal, acıktı sanırım. İzninizle ben ilgileneyim."

"Tabii güzel kızım."

Balı pusetinden çıkarıp aşağıdaki çardağa geçtim.

Geride kalanlardan habersiz bir şekilde.

Mirzadan
Onun bizim kardeşimiz olduğunu bana Deniz söylemişti. O an, hakkında hiç bir şey konuşmak istemiyordum. Çünkü gereksiz ve nefret ettiğim bir konu gibiydi gözümde. Sebebiyse Selindi.

Selin...

Son aylarıydı güzel bebeklerimizin. İkizdiler. Kızımız Minel ve oğlumuz Melih. Tam 1 ay sonra kucağımızda olacaktılar.

Annemin bana seslenmesi nedeniyle onun yanına inmiştim. Çağırma nedeni Işığımın hediyesini şimdiden vermekti.

Tam mutlu bir şekilde yukarıya çıkmak için merdivenlerin yanına gelmiştim ki, bir anda Işığın çığlık atarak aşağıya doğru yuvarlanmasıyla olduğum yere mıhlandım sanki.

Benim hayat Işığım yerde, kanlar içindeydi.

O an ne yapacağımı bilemedim, her şey fazlasıyla karmakarışık olmuştu.

Sonunda babamın beni silkelemesi sayesinde kendime gele bilmiştim. Hemen Işığı kucağıma alıp arabaya doğru deli gibi koşmuştum.

Canım acıyordu, çünkü canı acıyordu  Işığımın.

Hastaneye geldiğimde sedyeye uzatıp ameliyathaneye götürmüştüler onu.

Ellerimdeki kan benim ölmeme bile sebep ola bilirdi. Çünkü ellerimdeki kan, çocuklarımdan, sevdiğim kadından kopan kandı.

Tamı tamına 4 saat. 4 saat boyunca nefesim kesildi benim.

Onlardan haber alamadığım her saniye ölüyordum.

Sonunda ameliyathanenin kapısı açılmıştı.

İşte o an, hayatın gerçekten de sürprizlerle dolu olduğunu anlamıştım. İyi ve ya kötü farketmeden.

Ama o gün kötü sürprizle karşılaşmıştık. Hem de çok kötü olanından.

Oğlumuz, Melihimiz bizi bırakıp gitmişti. Koruyamamıştık onu. Minicik bebeğe doğru düzgün sahip çıkamamıştık...

Işığın yanına gidip haberi ona ağlaya ağlaya vermiştim.

Onun çığlık atarak ağlaması kendimden nefret etmemin en büyük sebebiydi.

Hele o sonda söylediği cümle. Ölsem de unutmam. Unutamam.

Buradan gidelim Mirza, yoksa senin daha doğmamış bebeğe bunu yaşatan kardeşine benim yapacaklarımdan sonra sonumuz nasıl olur bilemiyorum. Bırakalım da kendi pisliğinde boğulsun o kız.

Utanmıştım, hem de çok.

İlk kez kardeşimden bu kadar utanmıştım.

Bizim gibi karıncayı bile incitmeyen insanların yaşadıkları şey için kardeşimden utanmıştım.


Canlarım, nasılsınızzz. İyisinizdir umarım. Yeni bir kurgu yazıyorum. Uzak mesafe aşkı gibi bir şeyy.


Kaybolan Yıllar (Gerçek ailem)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin