(m)bu kalp, bu beden sana köle, ya sen?

300 38 35
                                    

Rei 6> öpmezdim

Sözüm söz ama saçlarını yasakken sevmek zoruma gidiyor. İnsanoğlu kendi için nelerden vazgeçiyor? Kimleri kimleri yok sayıyor. Vakit geliyor ve her şey başa sarıyor hatta daha kötü bir halde. Ve siz başta suçsuz bir bebek iken bir anda seytanın kendi kadar oluyorsunuz. Cehennem sizin için kaçınılmaz tek kapı oluyor. Koşuyorsunuz fakat sonunuz sonsuz ateş.

Seni affettiğimin ikinci haftası,gizli saklı orda burda görüşmeye çalışıyoruz. Ellerim hep saçlarında, sürekli kokunu almaya çalışıyorum. Sanki eğer şimdi yapmazsam hayatım boyunca bir daha hiç nefes alamaz gibiyim. Bazı şeyler çok yanlış, biz şuan bu evde senin karına yalanlar uydurarak gelmiş olmanla beraber uzanıyoruz. Yalanlar söylüyor gibiyiz ama ben içimden gelen en ufak dürtüye göre hareket ediyorum. Seni istediğim gibi sevmeye en azından bir gıdım olsada çabalıyorum. Sen tekrar benim olana kadar da devam edecek bu.

Bana diyorsun ki "aramızda sorun olması gerekir, şuan onu yaratmaya çalışıyorum. Beni kolay bırakabilcek biri değil." Kendime soruyorum, diyorum ki "ben seni kolay birakabilcek biri miydim? Beni sen kovdun."

Aslında sormak istediğim çok şey var ve onlardan biri de beni gerçekten neden kovduğun. Beni daha fazla neden istemediğin ama bunu sorup yine benden kopmanı istemiyorum. Benden gitme ihtimalin beni esir alıyor.

Bana öyle bakıyorsun ki herkesin içinde, anlaşılmaktan korkuyorum. Zaten günahlarım arasında yıkanıyorum, bir de ölü arkadaşların arasında, leşi kemirmek isteyen akbabalar gibi üşüşmesinler başıma. Şu saatten sorna beni sıkı tut. Düşmeyeyim.

Sarı saçların çil altın tanesi değil, güneşin altında sararmış o güzel başak taneleri gibi. Van gogh'un resmetmeyi sevdiğini o saman tarlaları gibi. Ama öpücüğün Klimt'in ki gibi. Bitecek ama biraz uzun sürsün, bir ömür kadar.

Dizlerimdeki başın, uyumaya çok yakın gözlerin, huzuru bulduğum nefes seslerin. Bunlar yetiyor bana yaşamak için çünkü elimde bunlardan başka hiç bir şey yok. Bu saatten sonra kalemde tutamam, hepsini kırdım sana yazarken, seni çizerken.

"Uyuyalım mı?"

Kafamı sallıyorum, başını kaldırıp kollarını boynuma sarıyorsun. Derince bir soluk alıp boynumda nefesleniyorsun. Kulağımın tam altına senin aldığın o eski antika küpenin ordan öpüyorsun. İçindeki ateş bana vuruyor, zaten yanıyordum ama şimdi harlanıyorum.

Başını kaldırıyorum sağ elimin parmak uçlarıyla. Seni hissetmek için tutuşuyorlar. Bu ev, bu duvarlar, bu eşyalar bizi duymak için can atıyor. Fazlasıyla hevesliler bizi tekrar bir gördükleri için. Onlar benden daha az heyecanlılar ama. Dudaklarına bakıyorum, pembenin en arsız tonu olan dudaklarına, soluk benzine çok yakışan o dudakları hissetmek için biraz adımlıyorum.

Kavgamız başlıyor ama bu farklı, yıkılmaz bir aşkın kavgası. Seninle beraber kanımızın delice aktığı zamanlar yaptığımız araba yolculukları gibi, hızlı başlıyoruz. Ben uzandıĝım gibi kapıyor, götürüyorsun beni bir kara delik misali. Kelimelerimde yetmiyor bu anı anlatmaya. Sadece tasvir edebilirim yarattığımız anı.

Dudaklarımın içini yara yaptığım için kendimden nefret ediyorum çünkü sen şimdi beni öperken eskisi kadar pürüzsüz olan dudaklarımı öpmüyorsun, yine eskisi gibi olmuyor hiç bir şey ve ben bunun farkındalığını yaşadığım gibi durgunlaşıyorum. Sana karışan dudaklarım duruyor. Geriye yaslanıyorum sana bakıyorum. Eskisini hatırlamaya çalışıyorum.

Gözlüklerin yok, o yüzünle harika uyumu yakalayan kemik gözlüklerin yok. Güneş vurduğunda şeffaflaşan lacivertliği yok, biz öpüşürken rahatsız ettiğinden köşelere fırlattığın gözlüğün yok.

o tarz bir adamsın Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin