19.BÖLÜM: SON DANS
Gece loş ışıkta sadece müziğin sesi ile uzanıp düşünüyorum. O duvarlara uzun uzun bakmamı sağlayan bir şey var. Eksik bir şey. İçimde bir yerlerde. Adını koyamıyorum lakin çok derinlerde canımı acıtan bir his var. Bunu nasıl tarif edebilirim bilmiyorum, sanki ucu sivri iğnenin kalbimin ortasına batması ve canımı yakması gibi bir his. Küçük ama acısı ondan daha büyük.
Bazı günler çok düşünüyorum, bazı günler ise hiç yaşamamışçasına umursamıyorum zihnimin içindekilerini. Bazı günler çok konuşuyorum bazı günler içime kapanıyorum, kendime karşı bile sessizliğimi koruyorum. Kimse kırmasın istiyorum, kimseyi kırmamak istiyorum oysa bazı günler her şeyi yakıp yıkasım geliyor. İçimdeki bu zehri öldürsün diye içiyorum bazen ise bu zehir ile yaşamayı öğreniyorum. Bazı günler yataktan çıkmak istemiyorum, diğer gün eve girmek istemiyorum. Bazen evimin yolunu unutsam keşke diyorum, sonra keşke demekten de nefret ediyorum. Bu hayatta bir pişmanlığım olmasından nefret ediyorum. Bazen çocuk olmak istiyorum, bazen büyümek istiyorum.
Heceleyerek söylediği sözleri ağzıma attığım ilaç ile sonlandırdım. Tadı renkli şekerlere benziyordu ama aslında uyku ilacıydı. İçmememi söylemişti ama içecektim çünkü başım çatlıyordu ve kâbus görmekten uyuyamıyordum. Başımı yastığa koyduğumda tüm şeytanlar geri geliyordu. Ben de normal insanlar gibi başımı yastığa koyduğumda normal rüya görmek istiyor, uyumak istiyordum. Gözaltlarımda torbalar oluşsun istemiyordum. Her gün morluklara uyanmak istemiyordum. Uyumak istiyordum, sonsuza dek. Uyuyabilen insanları çok kıskanıyordum. Böyle yatağa uzanıp tavana bakıp gözlerini kapatıp uykuya dalan insanların yerinde ben olsaydım diyorum. Ben tavana bakınca düşünmeden edemiyorum.
Omzumdaki dövmeye dokundum. Dün, dövme yaptırmaya gitmiştik ve ikimiz de farklı dilde aynı kelimeyi yazdırmıştık. Sana tapıyorum. Onunki Yunanca benimki Rusça idi.
Ya obozhayu tebya.
Bu yazıyordu omzumda. Sana tapıyorum.
Biz de sana tapıyorum olmaz bayım, bizim oralarda sadece Tanrı'ya tapılır. Ama ben bunu bilmeme rağmen sana taptım, beni gör ne olursun.
"Artık acımıyor."
Geçti.
Umut... Dört harf, iki hece. İnsanların uzun çabalar sonucu bulup da elinden kaçırdığı, onları hayal kırıklığına uğratan kelime. Hep az harfli kelimeler yakardı canımızı aşk, umut, acı, ölüm gibi. Harfi azdı ama getirdiği ve doğurduğu acılar çok fazlaydı. Yıkıntıları fazlaydı. Umut da, enkaz altında bırakmayı severdi. Sorun, o enkazdan sağ çıkabilmekti. Kurtulanlar şanslıydı, umut onlara gülmüştü. Kurtulamayanların tek çaresi, kendini ipe asıp tabureyi itmekti. Ben birinci kısımdaydım, sağ çıkmıştım bir enkazdan.
Umut mavidir, umut gökyüzüdür ve gökyüzü hepimizindir.
Yangın.
Umut yangını.
Bir adam tanımıştım, gözlerinde umudun yangınını taşıyordu. O gözlerde yeşermek, yaşamak, gamzelerinde ölebilmek isterdim, istiyordum. Sahip olmak için her şeyimi verebilirdim. Benliğimi... Ruhumu... Verdim de zaten. Umut yangınını taşıyan gözleri benim için parlıyordu sanki. Bana anlatmak istediği tüm sırlar gözlerinde saklıydı. Acı yüklüydü irisleri. Umut yanığını bu yüzdendi, acının yok olduğu yerde umut başlardı ve benim umudum asla sönmüyordu.
Sen beni ölsen unutamazsın.
Edebiyattan anlamazdı, haliyle benim süslü cümlelerimden vaz geçti, olsun, benim de matematiğim kötüydü gidişlerini hiç hesaplayamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Leyl || Kitap Oldu
Novela JuvenilBu kitap, 2018 yılında basılmıştır, okumak isteyenler için burada bölümler yer almaktadır.