Tuncay Atabey

111 13 3
                                    

"Arkadaşın benden hoşlanmadı sanırım." Diyen İris'in sesiyle bakışlarımı ona diktim. Kafasını eğmiş yemeğini didikliyordu.

"Yemeğini ye." Dediğimde bıkkınlıkla bana baktı. Elindeki çatalı sertçe masaya bıraktığında tek kaşımı kaldırdım.

"Beni duyuyor musun?" Diyerek parmağını sinirle kulağına götürdü. "Senin bu yaptığın şey sohbet etmek değil. Bu bir monolog!" Dedi ve çıkışına kendi de şaşırdı. Onu alt üst etmiştim. Üç gündür düşündüğü tek şey ben olmuştum. Sinirle ayaklandı. Bileğinden tuttum ve gitmesine izin vermedim. "Otur." Dedim nazikçe sesimi ayarlayarak. Onun sorularını, konuşmalarını görmezden gelmemden hoşlanmıyordu. Bunu daha az yapmaya gayret edecektim.

"Lütfen." Dediğimde pes edip yerine oturdu. "İlayda biraz öyledir. Seninle alakalı değil."

Ayrıca ona arkadaşım değil eski sevgilim olduğunu da söylemedim. İlayda'nın saçma sapan triplerini önemsemeyecektim. İris sessizce yemeğini yerken telefonum çaldı. Arayan Samet'i.

"Evet." dedim.

"Tuncay, ofise gelsen iyi bulur. Bir şey buldum."

Gözlerim karardı. Biz Samet'le oturup iyi şeyler konuşan, gündelik sohbet eden iki yakın dost değildik. Her toplantımızda can sıkıcı bir şeyler illaki olurdu.

"Geliyorum." dediğimde İris bana baktı. Zaten yemediğini yemeğinden uzaklaştı. Trençkotuyla çantasını alarak beni bekledi.

"Seni eve bırakayım." dediğimde kafasını salladı.

"Arabam holdingin otoparkında. Kendim geçebilirim." Bana itiraz etmesini sevmesem de ona alan açmak zorunda olduğumu biliyordum. Bu sefer ben kabul ettim. Beraber oradan çıkıp holdinge geçtik. İris arabadan inmeden önce eline dokundum.

"Seninle bu hafta içi yeniden görüşeceğiz." dedim. Görüşmek isteyip istemediğini sormadım. Çünkü istemediğini duymak istemiyordum. Sadece uysal bir şekilde kafasını sallayıp arabadan indi. Ben de ofisime doğru çıktım. Biraz odağım dağılmıştı ama asıl işime dönmem gerekiyordu. Samet odamda oturmuş beni bekliyordu.

"Bazı verilere ulaştım." dedi elindeki kağıtlara bakarak. Biz havadan sudan konuşmalarla vakit harcamazdık.

"Nedir?"

"Son on senede Türkiye'de kaybolan kızların oranları." diyerek elime bir dosya tutuşturdu. Kalbim ağrıdı. Kendime bir söz vermiştim. Onu ne pahasına olursa olsun bulacaktım. O gideli beş yıl oluyordu. Ya da kaybolalı. Bu belirsizlik canıma okuyordu. Neden onu daha önce yanıma almadım diye kendime kızmadığım bir gün bile yoktu. O yurttan ayrıldığımda ikimiz de küçüktük ama ben o yurttan ayrılalı neredeyse yirmi yıl oluyordu. Yapabilirdim, onu yanıma alabilirdim.

"Evet bu sayı çok fazla." dedim dosyanın ilk sayfasındaki rakamlara bakarak. Arka sayfayı çevirip Samet'in işaretlediği yere baktım. Minik Kelebekler Vakfı'nın on senelik kayıtlarını inceledim. Oradan izini kaybettiren -yada kaybolan- çocukların sayıları da oldukça dikkat çekiciydi.

"Bu veriler teorini destekliyor. Onu bulmaya çok yaklaştık. Beş senenin ardından." dediğinde gidip o vakfı ateşe vermeyi düşünüyordum.

"Kardeşim onların elinde bir yerlerde." dedim nefretle. Ve ben bunu bulacaktım. El altından ne iğrençliklerin döndüğünü ortaya çıkartacaktım. Elimde yeterli sayıda delil olduğunda karşımda kimse duramayacaktı. Bu vakıf kendi içinde sarsılmaz bir düzen kurmuştu. Kimsesiz olduklarını düşündükleri çocukları başkalarına satıyorlardı! Midem bulandı. Kardeşim en iyi ihtimalle ellerinden kaçmış, izini kaybettirmişti. En kötü ihtimali düşünmek bile istemiyordum.

"Bana bir şey söyle." dedim dişlerimin arasında. "Bana bir şey söyle ve ben gidip o adamın gırtlağına çökmeyeyim." dediğimde Samet keyifle geriye yaslandı.

"En son o adamın gırtlağına çökmeye gittiğinde başında büyük bir belayla geri döndün. Gerçi o kızı ne kadar bela olarak görüyorsun o da tartışılır." dediğinde parmağımı ona doğru salladım.

"Benimle sakın tartışma."

O keyifle gülerken odamın kapısı tıklatıldı. Kapıda duran İlayda'ya baktım. Sinirliydi. Onda tuhaf bir öfke problemi vardı. Zaten bu yüzden ayrılmıştık. Gelip Samet'in tam karşısına çökerek oturdu.

"Arkadaşın sana ne yaptığını anlattı mı? O influencer kıza işbirliği vermiş. Sanki ihtiyacımız varmış gibi." dediğinde ofladım ve iki parmağımla burun kemiğime baskı uyguladım.

"Neyse ki kararlarımı sorgulamak sana düşmüyor." diyerek kestirip attım ve ayaklandım.

"Ondan hoşlanıyorsun değil mi?" diye bağırdığında durup ona döndüm. Ellerimi belime yerleştirip onun yine ne saçmaladığını anlamaya çalıştım. "Bana yalan söyleme sakın Tuncay. Ona bakışlarını gördüm. Allah aşkına o kız senden yedi yaş küçük!"

"İlayda! Saçmalamayı kes ve işinin başına dön. Sana bu yüzden para vermiyorum!." diyerek ofisimden ayrıldım. İlayda'nın söyledikleri kulağımda çınlıyordu. İris için fazla mı yaşlıydım? Onun enerjisine, güzelliğine yetişemezsem ne olacaktı?

Saçmalık!

İris için her şeyi yapardım. Ayrıca ben herkesin "Çapkın bekar" olarak tanıdığı o adamdım. Sosyetede kimseyle birlikte olmazsanız, herkes sizin herkesle birlikte olduğunuzu düşünüp size böyle bir ad koyabilirdi. Bu durumdan memnundum en azından kızları çevremden uzak tutuyordu.

Evime gitmek için sokağa çıktım. Evim holdingin arka sokağındaki rezidansların en sonuncu katındaydı. Tüm şehir ayaklarımın altından bana gülümsüyordu. Hiç yaşam yokmuş gibi duran sessiz, temiz ve kullanılmamış evime adım attım.

Çok çalışmıştım. Bugünlere gelebilmek için, bu holdingde bir numara olabilmek için yapmadığım şey kalmamıştı. Beni evlatlık eden kadını, annemi hüsrana uğratmamak için elimden ne geliyorsa yapmıştım. Kabul ediyorum bazen pis işler de yapıyordum. Temizlik şirketiniz varsa bunu kullanmak isteyen ve pis işler yapan adamlar olabiliyordu. Ben de bunu kullanmaktan geri kalmamıştım. Güce sahip olup kardeşimi o yurttan çıkartacaktım ta ki izini kaybettirmeseydi. Kaybolmasaydı! Bir daha ondan haber alamamıştım.

En son gözümü karartıp o adamı gebertmeye gittiğimde düşündüğüm tek şey hapiste günümü nasıl geçireceğimdi. Ta ki sokağın başında beliren o masum yüz dehşetle bana bakana kadar. Satürn gibi bir ışık halkasıyla çevrili halde orada duruyordu. Hayatıma armağan gibi. Bundan emindim. Doğru insanı ilk gördüğünüz anda onunla nasıl bir geleceğiniz olur hissediyordunuz.

Elime telefonumu alıp İris'e mesaj atmayı düşündüm. Benden korkmasını istemiyordum. Benim arabamdayken kapının kolunu tutmasını, ona dokunduğumda irkilmesini istemiyordum. Bana alışacaktı.

"İyi geceler Tanrıça." dedim sadece. Görüldü olduktan bir saniye sonra yazdığını belirten üç nokta belirdi. Sonra kayboldu ve sonra tekrar belirdi. Gülümsedim.

Kesinlikle aklını karıştırıyordum...

İris'in Mavisi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin