Umursamaztilki: Dün provadan çıkınca gördüm seni. Çok güzeldin. Yakında görüşeceğiz.
Elimdeki telefona bakarken kalp ritmim hızla atmaya başladı. Zaman, mekan, etrafımdaki koşuşturma birden silikleşti. Bu, bu iki ay içinde aldığım sekizinci mesajdı. Sekiz Allahın cezası mesaj. Hiçbir şey bulamayacağımı bilerek profile girdim. Ne bir resim ne benden başka takip edilen bir kişi. Takip edilen bir, takipçi sıfır, resim yok.
Umursamaztilki
Bu ismi her gördüğümde kalbim dehşete düşüyor, kan tüm yüzüme toplanıyordu. Polise şikayet etmiştim ama her mesajını farklı bir yerden attığı için bir türlü bulamıyorlardı. Artık tek kalmaktan, yolda yürümekten korkar hale gelmiştim.
Kucağımdaki telefona kilitlenmiş bir şekilde sandalyemde otururken omuzlarıma dokunan bir elle irkildim.
"Hey! Nereye dalgın gittin böyle? Suratına ne oldu? Bak canım, bu makyaj seni sadece güzelleştirir ama mutlu göstermez. Gül biraz."
Menajerim ve biricik dostum Suna aynadan bana bakarak konuştu. Elleriyle omuzlarımı sıkarken birazdan o uzun soluklu rahatlatma konuşmasına girişecek gibi duruyordu. Hep yanımda olduğu için ona minnettardım. Ondan daha iyi bir moral konuşmacısı tanımıyordum. Makyözümün eğilip dudaklarıma pembe bir lipgloss sürmesine izin verdim. O geri çekilince yeniden Suna'ya baktım.
"Şu hesap," dedim telefonu sallayarak. "Yine bir şeyler zırvalamış."
Suna gözlerini devirdi ve telefonu eline aldı. Uzun parmakları ekranımda dolaşırken bir an duraksadı. Onun da endişelendiğini donuk kahve gözlerindeki titreşimden anlayabiliyordum. Bu sapık beni sadece sosyal medyadan takip etmiyordu. Peşimden geliyordu ve nerede olduğumu biliyordu. Suna'nın da bunu düşünüp endişelendiğini görebiliyordum. Bir saniyelik bir şeydi ama Suna'yı, bunu yakalayabilecek kadar iyi tanıyordum. Beni daha fazla tedirgin etmemek için kafasını kaldırıp gülümsemeye çalıştı.
"Klavye delikanlıları işte. Bunlara artık alışman lazım İris. Yüzüne gölge düşürmelerine izin verme. Şu an herkesin gözü senin üzerinde. Birazdan sahneye çıkıp onlara kim olduğunu göstereceksin."
Ona gülümseyerek kafa salladım. İşte benim dostum. Her koşulda kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Soyunma odasının kapısından kulağında kulaklık olan biri girdi ve hepimizin dikkati o yöne döndü.
"Başlıyoruz arkadaşlar. Hepiniz dışarı. İris Hanım," dedi bana bakarak. "Gösteri başladıktan kırk dakika sonra sahneye çıkacaksınız. Zaten son gösteri sizinki."
Ona kafa salladığımda ekibini de alıp çıktı. Oturduğum sandalyeden kalkıp spot ışıklarıyla donatılmış aynadan kendime baktım. Kameralar benim artık bir uzvum gibi olmuştu ama yine de heyecandan ellerimin için terledi. Boy aynasında kendime bakarken bu işin önemini bir kez daha anladım. Pembe tütü elbisem, sarı maşalı saçlarım, pembe farlarla örülmüş bal rengi gözlerim... Tam bir prenses gibi görünüyordum. Sahne önündeki minik kalpleri etkileyeceğimden hiçbir kuşkum yoktu.
Suna köşedeki kıyafet dolabına kafasını gömmüş bir şeyler ararken derin derin nefes egzersizi yaptım. Her şey yolundaydı, her şey iyi olacaktı.
"Ah işte burada!" Diye ciyakladı Suna. Dönüp ona baktığımda elinde bir taç tutuyordu. Elbisemin eteklerini tutup önünde reverans yaptığımda getirip tacı başıma yerleştirdi.
"Şimdi tam bir prenses oldun. Git ve o tırtıllara dokun. Hepsi sana bayılacak." Dediğinde gözlerim doldu. Bu işi kabul etmemdeki tek neden onlardı. Minik Kelebekler Vakfı'nın minik tırtılları... Onlar için bir yardım kampanyası düzenliyordu. Proje yüzü olarak benimle çalışmak istemişlerdi. Sosyal medyanın gücünün farkında olarak benimle işbirliği yapmak istediklerini ilk söylediklerinde yardıma muhtaç çocuklara yardım edeceğim için çok sevinmiş ve hemen kabul etmiştim. Proje kapsamında ilk etkinliğimiz bir tiyatroydu. Aslında müzikal gibiydi. Her oyuncu sahnede bir hikayeyi müzik eşliğinde dans ederek canlandıracaktı. Benimse rolüm pamuk prensesti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İris'in Mavisi (TAMAMLANDI)
ChickLitBenim yaptığım şey çatlak bir buzun üzerinde dans etmek gibiydi. Kırılsa ne olacağını hiç bilmiyorum...