Sabah uyandığımda kirpiklerim birbirine yapışmıştı. Bu yüzden gözlerimi açmakta zorlandım. Zor bela banyonun yolunu buldum ve gözlerimi bebek şampuanıyla yıkadım. Odaya geri döndüğümde bir kenara fırlattığım tütü elbisem bana alayla göz kırpıyordu. En kısa zamanda onu çöpe atacaktım. Üzerime taytımı ve ona uygun büstiyerimi çekip mutfağa indim. Telefonumu sabitleyip her sabah yaptığım detoks suyumu hazırlarken kendimi videoya çektim. Dün kafama silah dayanmamış gibi gülümsüyordum kameraya. Her şey normalmiş gibi. Gözlerimin önünde bir adam vurulmamış gibi.
Bir an odağımı kaybettim. Videoyu üç kere baştan açmak zorunda kalsam da sonunda olmuştu. Detoksumu içip kapşonlumu aldım ve evden çıktım. Kulağıma kulaklığımı takıp günlük yürüyüşüme başladım. İlk on beş dakika tempolu yürüdükten sonra hızlandım ve koşmaya başladım. Beynimden tüm düşünceleri atmak için hızlandıkça hızlandım. Kaval kemiklerim sızlamaya başlamış, nefes nefese kalmıştım. Yavaşlayarak durduğumda telefonum çaldı. Elime alıp baktım. Anında yüzümün rengi çekildi.
Ölmedi... Çünkü onu omuzundan vurdum...
Evet ölmemişti. Çünkü şu an beni arıyordu! Belki de arayan o değildi. Bunu bilmemin tek yolu birazdan susacak olan telefonu açmaktı. Titreyen parmağımla yeşile bastım ve telefon açıldı.
"Efendim?" dedim sesim ürkekçe çıkmıştı.
"İris. Yeni etkinlik için seninle görüşmek istiyorum. Hemen vakfa gelebilir misin?"
Bu ne demekti böyle? Vurulmuştu! Gözümün önünde. Ama hiçbir şey olmamış gibi beni toplantıya çağırıyordu. Ben neyin içine düşmüştüm? Öte yandan Çağatay Bey'in sesi iyi geliyordu.
"Ben, şey bugün aslında..."
"Lütfen." dedi ama sesi itiraz kabul etmiyordu. Ortada kesinlikle büyük bir sorun olmalıydı. Onun iyi olmasına sevinmiştim ama o dev adamdan kurtulduğumuzu düşünecek kadar saf değildim.
"Peki." dedim sonunda. "Öğleden sonra uğrarım." diyerek telefonu kapatıp eve doğru yürümeye başladım. Çağatay Bey daha önce bire bir beni arayıp da toplantı yapmamıştı. Benimle yalnız konuşmak istiyordu. Belki de dün orada olduğumu görmüştü. Ne olursa olsun, onunla aynı taraftaydık. İkimiz de o cani tarafından zarara uğramıştık. Beraber olup polise gidersek sorun çözülürdü. Çağatay Bey'in beni koruyacağını biliyordum. O dev adam onu vurmuştu. Cezasını da çekmeliydi.
Eve vardığımda içeriden gelen kahkaha sesleriyle kaşlarımı çatsam da yüzümdeki kasların gevşemesine engel olamadım. Gevher Sultan'ın en son ne zaman böyle güldüğünü hatırlamıyordum. Onu neyin böyle güldürdüğünü merak ederek yüzümdeki tebessümle salona girdim. Gördüğüm manzara karşısında tebessümüm soldu, elimdeki anahtarlık şıngırdayarak yere düştü. Derin bir sohbette olan ikili dönüp bana baktı.
"Nihayet geldin canım. Bak burada kim var?" dedi anneannem neşeyle. Kim olduğunu görüyordum. O iki çift buzu görmemek için kör olmak lazımdı zaten. Anlayamadığım şey, salonumun ortasında ne halt ettiğiydi. Dev adam şu an evimde, salonumda, anneannemle sohbet ediyor dahası gülümsüyordu. Dünkünün aksine gerçek bir gülümsemeydi. Dudakları yukarı kıvrılmış, düzenle sıralanmış inci gibi dişlerini ortaya koyuyordu. Buğday tenine yakışan buz mavisi gözleri sıcaktı.
"Üniversitede böyle yakışıklı afetler vardı da benim kızım neden bekar kaldı?" diye söylendi anneannem.
"Ne?" dedim gözlerimi kısarak. Gözlerim dev adamla anneannem arasında gidip geliyordu. Dev adam ayaklandı. Salonumdaki kolon boyutunda olan adam ellerini ceplerine yerleştirip gözlerine yansıttığı tehditle bana baktı. "Baya uy." Der gibi bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İris'in Mavisi (TAMAMLANDI)
ChickLitBenim yaptığım şey çatlak bir buzun üzerinde dans etmek gibiydi. Kırılsa ne olacağını hiç bilmiyorum...