Telefonuma gelen mesaja bakmak için koşu bandını durdurdum. Boynuma doladığım havlumla terimi sildim ve suyumu içtim. Koşu bandının kenarına oturup mesaja baktım. Suna'dan geliyordu. Akşamki tanıtım daveti için katılım davetiyesini atmış ve geç kalmamam gerektiğini söylemişti. Bir haftadır piyasaya yeni katılan makyaj markasının yapacağı o davete kıyafet aramakla geçirmiştim. Artık sıkılmaya başlıyordum.
Koskoca dört gün, doksan altı saat! Tuncay'dan herhangi bir adım gelmemişti. Onu hiç görmemiştim. Evinde yaşadığımız anlardan sonra bir adım atmasını beklemiştim ama yapmamıştı. Ertesi gün alakasız bir şekilde işle ilgili beni aradığında o kadar sinirlenmiştim ki ona bu konuda menajerimle konuşmasını söyleyip suratına kapatmıştım. Belki de hatırlamıyordu bile. Beni öpmüştü ama hatırlamıyordu. Bu durum kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Biraz da kırılmıştım. Ya hatırlıyorsa ama bilerek olmamış gibi davrandıysa? Ya pişman olduysa?
Tuncay olmadığında üşüdüğümü hissettiren bir soğukluk vardı içimde. Soğuk canımı yakıyordu. Özel bir paylaşımda bulunmuştuk ve sonra beni öpmüştü. Hiçbir şey olmamış gibi iş konuşmak için beni araması ne demek oluyordu? Ve aradan dört gün geçmesine rağmen bir daha aramamıştı!
Terim soğuduğu için yeniden spora dönmedim ve gidip duş aldım. Eve dönerken gözüm telefondaydı. Tuncay'dan hala arama yada mesaj yoktu.
Sinirlerime hakim olmaya çalışarak eve geldim. Belki de söylediği kadar beni önemsemiyordu. İşte benim sorunum buydu. Birilerinin beni önemsediğini düşünüp ben onları daha çok önemsemeye başlıyordum. Onlar kendini geri çektiğinde ise böyle aptal gibi ortada kalıyordum.
Gözümde biriken yaşları sildim. Her zaman yaptığım gibi dimdik ayakta duracaktım. Şimdi gidip akşam için hazırlanacak sonra da işime bakacaktım. O dev adam da mağarasında mutlu mesut yaşayabilirdi.
Eve girdiğimde Suna salonda bir telefon görüşmesi yapıyordu. El işaretleriyle ona anneannemi sorduğumda odasında uyuduğunu gösterdi. Odama çıkıp kalan saatimi hazırlanarak geçirdim. Bu sefer spor giyinmeyecektim. Bu sefer tüm gözlerin bende olmasına ihtiyacım vardı. Kameralar beni çekerken ışıl ışıl parlamalıydım. Suna aşağıdan bana bağırdığında kalbimin sızısını görmezden geldim.
"İris makyöz ve kuaför geldi!"
Telefonumu görmeyeceğim bir yere atıp giyinme odasına girdim. Makyaj aynamın karşısına geçtim ve kendimi onların ellerine bıraktım. Kuaför saçlarımı at kuyruğu yaparken baştan aşağı titredim. Tuncay'ın parmaklarının değdiği tutamlar istekle kıvranıyordu sanki. Sadece iki hafta. Allahın cezası iki haftadır hayatımdaydı ama sanki hayatımın her bir detayını ele geçirmişti.
Makyajım da tamamlandığında artık akşam için aldığım elbiseyi giyebilirdim. Uzun straplez saks mavisi elbisemin oldukça cömert yırtmacı vardı. Ayağıma simli stillettolarımı da aldığımda artık çıkmaya hazır bir halde kendime baktım. Hemen birkaç fotoğraf çekip attım.
Aşağı indiğimde Suna'nın hazırlanmamış olduğunu görünce şaşırdım.
"Sen neden hazırlanmadın?"
Suna omuz silkti. Morali bozuk gibiydi. Ona ne olduğunu hiç bilmiyordum.
"Bugün kendimi hasta gibi hissediyorum." Dediğinde yalan söylediğini biliyordum. Suna kolay kolay hasta olan biri değildi.
"Yanında kalmamı ister misin?" Dedim ona sarılarak.
"Hayır, akşamını mahvetme. Ben iyiyim şimdi Gev'le beraber oturup dizi keyfi yapacağım." Diyerek beni zorla evden çıkarttı. Arabama atlayıp akşamın karanlığını yararak davetin yapılacağı salona geldim. Salona adım attığım anda sanki sesler bir uğultu gibi gelmeye başladı kulağıma. Kendimi ilk kez özgüvensiz ve yalnız hissettim. Yine de bana gülümseyen insanlara gülümseyerek karşılık verdim. Markanın halkla ilişkiler sorumlusu kapıda beni karşıladı ve geldiğim için mutlu olduğunu söyleyerek bana ayırdıkları masayı gösterdi. Geçip oraya oturdum. Tam karşımda gördüğüm kıza burun kıvırarak baktım. Elime telefonu alıp Suna'ya mesaj attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İris'in Mavisi (TAMAMLANDI)
Chick-LitBenim yaptığım şey çatlak bir buzun üzerinde dans etmek gibiydi. Kırılsa ne olacağını hiç bilmiyorum...