Altın Kelebek [3]| Yan Hikâye| Beşinci Bölüm |

3 0 0
                                    

Altın Kelebek

[3]

|

Yan Hikâye

|

Beşinci Bölüm

|

Uyandım. Benim için yeni bir gün başladı. Bir önceki günüm gibi geçeceğine emin olduğum güne uyanmak, benim için... Kötüydü. Yapmam gereken çok şey vardı zamanında, hayatımda hiç bu kadar bomboş hissetmemiştim. Her anlamda, boş bir kutuydum. Öyleydim, öyle...

Yanımda ki Andreas'a baktım. Benimle uyumuştu. Bunu yine rica ederek sormuştu. Bana karşı neden bu kadar nazikti bu adam? Ben onun için kukla değil miydim şimdi ailesi karşısında oynattığı... Hakkım var mıydı ona: "Neden?" Diye sormaya... Yaptığı her şey için: "Neden?" Demeye... Var mıydı?

O da gözlerini açtı, ona bakan gözlerimi gördü. Biraz yanakları mı kızarmıştı? Gülümsedim ve her şeyime rağmen ona: "Günaydın." Dedim. Hiçbir şey demedi. Öylece baktı gözlerime, dalgındı. Kim bilir ne düşünüyordu?

"Günaydın." Dedi, biraz zaman aldı cevap vermesi: "Birinin," dedi. Bana biraz daha yaklaştı, gözlerimin içine daha da yakından bakarken: "Gözlerinin içine bakıp, günaydın demeyeli..." Dedi. Derin bir nefes aldı: "Uzun zaman almış." Şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim ama yüzümdeki gülüşü de düşürmedim.

Dudaklarıma baktı sonra yeniden gözlerime... Derin bir nefes alarak: "Günaydın, sevgili eşim Hoffman." Dedi. Yanaklarım kızardı. Utandım. Ne diyordu böyle? Ben? Onun eşi? Anca kölesi olurdum... Sıradan bir kölesi. Gözlerimi kaçırdım, hemen yataktan kalktım... Ne yapıyordum ben böyle?

Ben gerçekten bu Altın Kelebekle ne yapıyordum? Nasıl bir oyunun içindeydim? Bir parçasıydım? Neyin? Ne oluyordu? Benim ölmem gerekiyordu onun ise beni yanarken izlemesi... Evet evet... Gerçekten böyle olmalıydı. Ölmeliydim. Ben de arkadaşımlarım gibi küllenip, yok olmalıydım bu dünyadan.

Kalbim, çok ağrıyordu... Bütün arkadaşlarımın, ailem dediklerimin katili... Bu adamdı, o da onlardan biriydi. O, Altın Kelebek'di ve hiç iyi biri değildi. Kalpsizdi. Ve beni öldürmüyor işte saçma bir oyunun içine dahil ederek süründürüyordu...

Benim, benim hemen Mihail amcaya ulaşmam gerekiyordu. Arkadaşlarım için, iyi sıradanlar için... Ne olursa olsun gitmeliydim.

"Hadi inelim. Ben acıktım." Karşıma geçmişti, gülen yüzüyle elime doğru eğildi ve tuttu, sıkıca. Beni yataktan kaldırdı. Ve beraber... Yürüdük.

|

Masa da ki herkes sessizdi. Eskiden Anja'nın oturduğu yere tanımadığım yani... Dün görmediğim bir adam oturuyordu. O da askerdi ve rütbesi sadece Andreas'ın bir altı olduğu belliydi. O da Altın Kelebek'di. Kucağında o küçük kız vardı. Adını hâlâ bilmiyordum. "Aileye hoş geldin." Dedi samimi bir tebessümle. Başımla selam verdim ona.

Masanın en sonuna attığı kardeşi ve babası ortalıkta görünmüyordu. Yanımda oturan kadın da... Andreas'a baktım. Masanın üstünde ki elimi gülümseyerek tutarak. "Biz," dedi. "Bu pazar evleneceğiz." Dedi. Hemen ona döndüm. Ne! Evlilik!

Bu neydi böyle! Benimle evleniyordu ama ben en son duyuyordum! Elimi biraz sıkıca tutarak: "Annem, sağlığından ötürü bir süre Roma da ki köşkte dinlenecek." Dedi. Ne yani? Annesini de mi göndermişti?

Bu ailede neler oluyordu? Andreas, neden ailesini kendinden uzaklaştırıyordu ve bir köleyle... Neden evleniyordu? Bu hem işini hem de ailesini etkilerdi. Biz kullanılmak için vardık hayatta, onlar tarafından...

İlk ses, o küçük kızdan geldi: "Tebrik ederim dayı." Dedi şirince. Gülümseyerek bana bakarak: "Umarım hep mutlu olursunuz." Dedi. Yeniden amcasına dönerek: "Dayı!Onun çiçeğini ben tutabilir miyim?" Diye sordu. Herkes dediklerine güldü, bende... Güldüm.

|

Masadan ilk ben ve Andreas kalktık. Andreas, odasına çıktı. Bende odama dönüyordum ki... Anja adlı kadın bana seslendi. Durdum, ona doğru döndüm. Bana samimi bir şekilde: "Tebrik ederim." Dedi. Başımı salladım. "Kardeşimi," dedi... Derin bir nefes aldı. Zorlandığı belliydi: "Hiç bu kadar içten görmemiştim. Gözlerinin içinin parladığını, yüzüne canlılık gelmiş." Dedi.

Sessizce dinledim. Bir köleye neler anlatıyordu böyle. "Bunun mimarı sensin belli ki. Teşekür ederim, Ivan." Şaşırdım. Bir köleye ismiyle mi hitap etmişti? Gülümseyerek, kolumu sıktı. Acımadı. Geri çekti. "İstersen... Bahçeye geçelim mi? Yani eğer, sende istersen..." Biraz çekinerek sordu. Bana soru sordu... İsteyip istemediğimi merak ediyordu ve hiçbir şeye zorlamıyordu.

"Olur." Diyebildim.

|

Bir hizmetçi bize iki bardak çay getirip yanımızdan ayrıldı. Anja, bana doğru bakıyordu. Hava bulutluydu. "Muhtemelen," dedi. "Kafan çok karışmıştır, Andreas'ın ailemize neden böyle davrandığı..." Çayından bir yudum alırken: "Aslında bende bilmiyorum çünkü eşimle biz, Roma'da yaşıyoruz. Buraya, eşimin işi için geri döndük. Geçici bir görev... İçin. Ve, bitti. Çok değil, sizin düğününüzden sonra gideceğiz." Dedi. Yutkundu.

Sessizdim, çaya doğru elim gitti... Bir Altın Kelebeğin karşısında rahatça bir yudum çay içebilir miydim? Bunu yapabilir miydim? O bir yudumu hak ediyor muydum? Kimdim de hak ediyordum? Bir sıradan ... Köklerinden kopamazdı.

"Andreas, on yedi yaşında aile liderliğini eline aldı. Çok küçüktü, babam çok sorumsuz bir insan... Hiçbir şeyi umursamıyordu o yıllarda da... Bir Altın Kelebek... Özür dilerim, ama Altın Kelebek olduğu için gününü gün ediyordu. Asker de olduğundan, dünya onun etrafında dönüyor oluyordu yani onun için..." Güldü kendi kendine, bir yudum daha aldı çayından.

"Babam yüzünden istediği, hayal ettiği her şeyi on yedi yaşında... Küçük bir çocukken bıraktı. Ve, ailenin başına geçti. Asker okuluna gitti, çok sert eğitimlerden geçti hem aile işleriyle ilgilendi hem eğitimleriyle... Bazen ondan aylarca haber alamıyorduk ama gözünün hep bizim üstümüzde, ailemizin üstünde olduğunu biliyorduk." Sessizleşti, nefesini verdi.

"Bu arada ben evlenmiştim, eşim Romalı. Ve evlendikten sonra da oraya yerleştim. Düğünümüze bile gelememişti, Andre. Ama bize, Roma'dan bir ev hediye etmişti, düğün hediyesi olarak... Sıcacık bir yuva vermişti. Ama galiba," gözleri dolu. Biraz kendini sıktı, ağlamamak için: "Galiba," dedi sesi titrerken:

"O, sıcacık bir evde hiç bulunamadı. Öyle hissetmedi."

|

ALTIN KELEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin