Pişik, Ege'nin daimi yoldaşıydı; günlük işlerini yaparken sürekli kulağında cıvıldayıp ciyaklardı. Kendine has, özel bir dilleri vardı bildiğiniz gibi ve Ege, Pişik'in söylediği her kelimeyi "anladığına" yemin edebilirdi.
Güneşin, mutfak penceresinden tembelce içeri sızdığı o akşam, Ege de evin kapısından içeriye süzüldü. Berk'in yanından hastaneden dönmüştü. Pişik'in her zamanki gibi omzuna konmadığını anlaması biraz zaman aldı. Çılgınca evini arayıp sevgili papağanının adını haykırırken yüreğini panik sardı – bir çapa gibi sarsılmaz sarışın delikanlının gemisini batıracak iki kuvvet vardı: biri Çağrı'ydı biri de Pişik. Ama hiçbir yerde ikincisinden eser yoktu...
Yerde bulduğu tüyü tutarak kanepeye yığılan Ege'nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Bunlar, sevgili okuyucuların bileceği üzere Ege'nin gözlerinden süzülen ilk yaşlardı. Kalbi milyonlarca parçaya ayrılmış gibi hissediyordu. Pişik onun için bir evcil hayvandan çok daha fazlasıydı; bir dost, bir sırdaş, ailenin bir parçasıydı. Heyhat, annesi ve babasından daha çok zaman geçirdiklerini söylese buna okuyucular inanırlardı herhalde...
Tam o sırada kapı çalındı. Ege, "Aç kapıyı, gir içeri!" diye seslendi... Yüzündeki endişeyi hemen fark eden Çağrı, "Canım..." diyerek onun dizlerinin dibine oturdu. "Sana ihtiyacım var, mesajını alınca hemen geldim... n'oldu, n'apabilirim senin için?"
Ege, olduğu koltuktan kayarak yüzünü Çağrı'nın göğsüne gömdü, hıçkırıklardan konuşamadı. Çağrı Ege'nin sırtını rahatlatıcı daireler çizerek ovaladı. Birkaç dakika sonra Ege, olanları anlatabilecek kadar kendini toparlamayı başardı.
"B-Ben Pişik'i kaybettim," diye fısıldadı, yanaklarından yaşlar akıyordu halen.
"Ne!" diyen Çağrı, nihayet etrafına bakmayı akıl edebilmişti. "Öldü mü!?"
"Sadece gitti Çağrı. Kaçmış. O da beni terk etti."
Olamaz. Ege'nin, ailesi tarafından terk edilme hikâyesi, tamamıyla yalan değildi. Bu yüzden de, elindeki her şeyi kaybetmeye bir korkusu olmuştu hep. Çağrı, Ege'nin elini avuçlarının içine aldı, bu arada yeni yaptırılmış çapa şeklindeki bir dövme de dikkatinden kaçamadı, ama bunları konuşmanın sırası değildi. Ege'nin gözlerinin içine şefkatle baktı. Yumuşak bir sesle, "Çok üzgünüm Ege," dedi. "Pişik'in senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ama onu bulacağız, söz veriyorum. Onu eve getirene kadar bu şehrin her santimini arayacağız."
Ege, Çağrı'nın desteğine minnettar olarak başını salladı. Birlikte mahalleyi tarayarak karşılaştıkları herkese etrafta uçan rengârenk bir papağan görüp görmediklerini sordular. Saatler ilerledikçe Ege'nin umudu azalmaya, yüreği telaştan ağırlaşmaya başladı.
Sonunda güneş tekmil batmaya başladığında yakındaki bir ağaçta yeşil ve mavi tüylerin parıldadığını gördüler. Pişik'in bir dalın üstüne tünemiş, boncuk gözleriyle onlara baktığını gören Çağrı'nın yüreği sevinçle çarptı.
"Ege, bak!" diye haykırdı Çağrı, ağaca işaret ederek. "Pişik!"
Ege ağaca doğru koşup papağanına seslendiğinde içini bir rahatlama kapladı. Pişik de buna karşılık olarak ciyakladı ve heyecanla kanatlarını çırparak daldan aşağı atlayıp Ege'nin omzuna kondu.
"Ah, Pişik, seni aptal!" Ege güldü, yüzüne mutluluk gözyaşları akıyordu. "Senin için çok endişelendim!"
Ege'nin Pişik'e öpücükler ve özürler yağdırmasını Çağrı, sıcak bir gülümsemeyle izledi. Eve dönerlerken Ege, Çağrı'ya durmadan teşekkür etti. Onun en karanlık anında yanında olduğunu, en çok ihtiyaç duyduğu anda teselli ve umut verdiğini anlatıp durdu yumuşak bir sesle: "Bugün sen olmasaydın n'apardım bilmem."
Çağrı tebessüm etti, gözleri sevgiyle parlıyordu: "Zor zamanlarında sana destek olma sırası bana geçti... şimdi izin ver de sana yemek hazırlayayım."
"Zahmet etme, dışar'dan söyleriz."
"Hiç olur mu öyle şey! Sadece akşam yemeğine kadar bizi idare edecek küçük bir şey, birazdan parmaklarını yedirtecek."
Dipfrizde, hazır patates dilimleri buldu. Onları kızartmaya başladı. Ama altın rengine dönen patateslerin kokusu, Ege'nin iştahını kabartmıyordu hiç. Çağrı; ketçap, mayonez ve hardalı sofraya getirdikten sonra da Ege'ye kendi elleriyle yedirmeye çalıştı. Ama Ege'nin inadı yüzünden, üzerine atılarak yere düşmesine neden olan Çağrı, iyi olup olmadığını sormaya fırsat bulamadan, Ege'nin, gözlerinin dudaklarında sabitlenmiş olduğunu gördü. Ege, oyunu kaybetmeyi göze alacak mıydı? "Adam, sen de!" diye kendini azarladı Çağrı. "Böyle zor bir günün ardından oyunu mu düşünüyorsun!"
"Dövmen yeni, öyle değil mi?" diye mırıldandı. Bu pozisyonda sorabileceği tek mantıklı soru buydu.
"Sana sürpriz yapacaktım, ama Berklerin geçirdiği kaza, derken... Çağrı, kuşları neden bu kadar çok sevdiğimi biliyor musun?"
Çağrı, bu beklenmedik soru karşısında Ege'nin üzerinde biraz kıpırdadı. "Dinliyorum?"
"Seni bir kuşa benzetiyorum da ondan."
"Papağana mı?"
Ege başını iki yana salladı. Çağrı'nın diğer tahminleri olan güvercin, civciv, kaz ve horozda da aynı şeyi yaptı. Sonunda,
"Asfalta başını gömen devekuşuna..." dedi Ege.
"Devekuşları kafalarını asfalta gömmez ki," dedi Çağrı. "Kuma gömerler."
"Sana aşkım ne zaman başladı biliyor musun?" diye konuyu değiştirdi Ege. Çağrı, şaşkınlığını gizlemeye çalışarak,
"Ahret soruları soruyorsun Ege ya..." dedi, ama dediğiyle yaptığı örtüşmeyerek, Ege'nin üzerinde iyice yayıldı.
"Bunlar ilişkimiz için konuşmamız gereken konular. Beş ya da altı yaşındaydık, Atilla'yı hatırlar mısın?"
"Deniz'in 'kankası'."
Bunlar, sevgili okuyucular, Ege'nin eski arkadaşlarıydı. Bacak kadar boylarıyla, ilanıaşkta bulunuyordular. Atilla, Yağmur adında bir kızı seviyormuş. Deniz de İlayda'yı. Sıra Ege'ye gelince, Ege, Çağrı'nın adını verdi.
"Ama, Çağrı..." dedi Atilla. "Erkek değil mi?"
Deniz de gülmeye başladı.
O zamana kadar bir erkeği sevmenin de, bir kızı sevmek kadar doğal olduğunu düşünen Ege, ilk defa korkmaya başladı. Boyu kendisinden çokça küçük olan Atilla'yla Deniz'in, kendini dövme ihtimalinden korktu. Ama sonra, çocuklar Çağrı meselesini unuttular. Ege, o gün ucuz atlattığını düşündü. Bir dahakine, o kadar şanslı olamayacağını hesap ederek, sessizliğe gömüldü.
"Bir daha kimseye vermedim adını," dedi Çağrı'ya. "Bu senin için yeni bir şey ama, ben on iki yıldır taşıyorum seni kalbimde."
Çağrı, gözlerini kaçırmasına gerek olmadığına sevindi. Şimdi başı Ege'nin göğsündeydi ve ikisinin de ne kalkmaya, ne doğrulmaya niyeti vardı. "Şimdi onlara Yağmur'la İlayda'yı sorsan..." dedi Çağrı. "O kızları hatırlamazlar. Ama bak, sen kaptın çocuğu."
Ege o gün ilk kez güldü.
Planlarım arasında Pişik'i öldürmek, Ege'ye bir sinir krizi geçirtmek, Çağrı'nın onu teselli etmesi, ve birinci sezonda Ege'ye yaşattıklarının karmasını yaşaması vardı ama kuşa kıyamadım. Ege'ye evlat acısı gibi büyük bir acıyı yaşatmaktan imtina ettiğim için bu sahne böyle yorumlandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🎈🌼ADANMIŞ 2. SEZON🤍🔚
Fiksi PenggemarAli ve Berk başından beri toksik olmayan bir kardeşlik geliştirseler nasıl olurdu? Ya Arap'la Hazal ihtimali işlenseydi? Çağrı'nın madde bağımlılığı üzerine daha çok eğilseydi dizi? En önemlisi de, Vefa hiç ölmeseydi , geri döndüğünde kaç kişiden he...