"Sen de kimsin? Dur... Rüyamda tanımadığım birinin ne işi var? Yoksa öldüm mü?! Tanrım, abimle aram yeni düzelmişti ve sonunda bir erkek arkadaşım vardı! Üstelik güvenebileceğim yeni arkadaşlarım da!" ~Angel
"Kesinlikle aynı gibi gözüken farklı iki kişisiniz. Onun küçük kardeşi gibisin."
"Kimden bahsediyorsun?" ~Angel
"Cheonsa'dan tabii ki. Ona unnie diyorsan... Bende senin enişten oluyorum?"
"Sen bahsettiği Heeseung mısın? Nişanlısı? Yani sevgilisi? Evlenme teklifi edip kızı ortada bırakıp göreve giden ve öle- ayh yani... Şey işte..." ~Angel
"Evet, evet. Tam olarak oyum. Nişanlısı... Fena değilmiş. Sen de Angel'sın. Onun yardım istediği." ~Heeseung
"Rüyamda ne işin var?" ~Angel
"Sence bu bir rüya mı? Başka evrenden biri, hatta ölü biri seninle konuşuyor ve bu hâlâ sana bir rüya gibi mi geliyor?" ~Heeseung
"Sanırım seninle anlaşamayacağız." ~Angel
"Öyle gibi görünüyor. Cheonsa sevdiği için seni sevebilirim diye düşünmüştüm ama nefret etmekten başka çarem yok anlaşılan." ~Heeseung
"Duygularımız karşılıklı." ~Angel
"Cheonsa'ya bir şey iletmeni istiyorum." ~Heeseung
"Söyle." ~Angel
"Amma cürretkârsın... Ona üzülmemesini söyle. Onu hissedebiliyorum... Benim yüzümden acı çekmesini istemiyorum. Ben... Kırmızı ipin koptuğunu hissettim. Eğer bu onun için daha iyiyse, böyle devam etsin. Beni beklemesine gerek yok, geri gelmeyeceğim. Gelecek olsam, bunu çoktan yapardım. Ölenle ölünmez. Lütfen bunları ona söyle." ~Heeseung
"Onu sevdiğini söylemeyecek misin?" ~Angel
"Onu sevmesem, bunları söyler miydim sence? Onu çok seviyorum... Ama o zaten bunu biliyor. O benim ailem. Lütfen diğerlerine de bensiz devam etmeleri gerektiğini söylemesini söyle. Benim abimi kaybettiğim gibi onlarda kaybetti ama... O kurtlar da üzülmesin. Beni korumak için her şeyi yaptılar. Sende kurtlarla yaşıyorsun, değil mi? Aura kokunun üstüne birinin sihri işlemiş. Sanırım abin... Seni korumak istiyor gibi. Gitmeliyim, kendine iyi bak. Ve teşekkür ederim." ~Heeseung
"Dur, hemen mi? Hey! Yo yo, neden yok oluyorsun?! Oppa, Cheonsa unnieyle de konuş! Lütfen! Ah... İnanamıyorum..." ~Angel
Gözlerimden akan yaşlarla birlikte doğruldum ve onu silerek gözlerimi açtım. Yanımda garip şekillere girip uyuyanlara baktım ve onları rahatsız etmeden kalktım.
Kapıyı yavaşça açtım ve adımımı dışarı attım. Ama bileğimden tutulmamla, yerimde sıçramıştım.
"Nereye?" ~EJ
"Aynaya." dedim.
"Bende geliyorum." ~EJ
"Peki." gelme desem gelmeyecek sanki.
Biraz sonra, aynanın olduğu odaya girdiğimde arkamı döndüm ve dokuzunun birden uykulu gözlerle bana baktığını gördüm.
Neden yani... Sadece, neden? Gidip yatsanıza be!
"Bu sefer *esner* seni fark etmesini nasıl sağlayacaksın? Orada değil gibi." dedi Nicholas, kükrer gibi esnerken.
"Ağzını kapasana." dedi Maki, gözlerini bile açamazken.
Ya ama bunlar çok tatlı! Cidden yavru köpeklere benziyorlar!
"Sus, sen gözlerini aç." diyerek ona cevap verdi ve tekrar esnedi Nicholas'da.
"Bence o hissedip gelecektir." dedi K, uykuludan çok bezmiş gibi duruyorken.
"Yine toplanmışsınız, nasılsınız?" diye sordu Cheonsa unnie, gülümseyerek.
Önceki sefer oldukça içli ağlıyordu. Şimdi nasıl oluyorda bu kadar parlak gülümseyebiliyor?
"İyiyiz unnie. Sen nasılsın?" diye sordum bende, ona ayak uydurmaya çalışarak.
"Yorgunum. Abim tüm işleri bana yığmaya çalışıyor. Kendisi keyif yapmak istiyor sanırım." dedi, şaka yaparak.
"Haha... Abiler böyle işte. Her zaman kendi dedikleri gibi olmaz mı zaten?" diye sordum, K'i işaret ederken.
Cheonsa unnie ile gülüşmemiz bitince, zor kısma gelmem gerektiğini hissettim.
"Unnie... Rüyamda, yani rüya mı emin değilim, nişanlını gördüm." dedim, tepki vermesini beklerken.
"Nasıl olabilir..?" diye sorduğu sırada, elindeki su bardağı yere düşüp kırılınca, parçalardan bir kaçı ayaklarının üstüne battı.
"Unnie, ayakların!" diye bağırdım, gözlerim sonuna kadar açılmışken. Bu çok tehlikeli değil mi?!
"Ne... Ne konuştunuz?! O nasıldı?!" diye kanayan ayaklarını ve cam parçalarını umursamadan hareketlendi.
Ayakları daha da kötü olacak... Diğerleri de benim gibi gözlerini büyütmüş bakıyor. Onların bana yardım etme gibi bir fiilleri söz konusu bile olamaz.
"İyi görünüyordu... Yani sanırım. İyi hali nasıl bilmiyorum. Sana ve diğerlerine bir şeyler söylememi istedi." dedim, o ağlarken.
"Heeseung... Son gücünü kullanmış olamazsın..." ~Cheonsa
"Son gücü mü?" diye sordum. Bu tamamen öldüğü anlamına gelmez... Ya da gelir mi?
"Artık bedeni ve ruhu... Hayır hayır, daha gücü vardır. Elbet ki vardır. Sen anlat, ne dedi?" ~Cheonsa
"Kırmızı ip falan bir şey dedi ve koptuğunu hissettiğini söyledi. Senin için iyiyse, öyle devam etmeni istediğini; acı çekmemeni istediğini söyledi. Herkes onu en sonuna kadar korumuş, bu yüzden suçluluk duymamalılarmış. Birini kaybettiğinden ve şimdi onun da kaybolduğundan bahsetti. Geri gelemeyecekmiş, o yüzden beklemesin dedi. O seni çok seviyor unnie, seni düşünürken bile o kadar mutluydu ki..." ~Angel
"Onu kurtaracağım... Yemin ederim ki, ne pahasına olursa olsun onu kurtaracağım. Teşekkür ederim Angel, iyi ki varsın. " dedi, gülümsemeye çalışarak.
Vedalaştık ve diğerleri ile birlikte odalarımıza döndük.
"Sanırım... Ruhu ile iletişim kurmayı başarmış." dedi Jo, düşünceli bir şekilde.
Harua kafasını salladı ve ekledi "Bu da son gücü oluyor. Uyanacak gücü yoktu ama bunu yapabildi."
"Artık tamamen ölüyor." dedi EJ, asla Cheonsa unnieye söylemeye cesaret edemeyeceğimiz bir şeyi söylerken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHADOW // &TEAM
FanfictionBelki sizi öldürecekler, belki işkence edecekler, belki öylece peşlerinden sürükleyecekler, belki bir yem gibi ortaya atacaklar ama sizi kendi hayatlarını bile riske atarak koruyadabilirler. Onlara güvenmek sizin elinizde. Ya onlar için kendinizi yı...