Bradford.
Görevim için kötü bir şehre benziyordu. Kafamı kaldırdığımda pamuk şekerini andıran bulutları görmek yerine sigara dumanlarıyla çevrelenmiş gökyüzüne bakmak, sandığımın aksine o kara bulutları görmek kesinlikle moral bozucuydu. İnsanlarını unutmamak gerek. Gerçekten, neden herkes bu denli soğuktu? Bir haftadır buradaydım ve işime daha başlamadan o her şeyden sıkılmış yüzleri görmek beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Issız sokak aralarından da bahsetmek gerekirse, benim için işler daha karmaşık bir hal alıyordu. Çünkü her caddede en az on tane bulunuyordu. Çimento zemininde küçük çukurlar oluşmuş ve içi sularla dolmuş, duvarları sprey yazılarla kaplanmış, ucuz bira şişeleri ve serserilerin, dilencilerin barındığı tipteki sokak araları... Burada yaşam var mıydı?
Soğuk havaya bıkkın bir nefes bırakarak buz tutmuş ellerimi ceplerime soktum. Hava oldukça soğuktu, ekim ayına daha yeni giriş yapmıştık. Umarım burada hayatta kalmayı becerebilirdim. Sadece birkaç saat sonra akıl hastalarıyla dolu bir hastaneye gidecektim. Ama babamın da söylediği gibiydi, değil mi? Bunu ben seçmiştim.
***
Taksiciye ücretini verip arabadan inerken oldukça gergindim. Tenim alev alıyor gibiydi. Midemdeki kasılma beni memnun etmemişti, rahat olmam gerekiyordu. Rahat ve sakin. Fakat burası tüyler ürpertecek derecedeydi. İtiraf etmeliydim ki, bir akıl hastanesinden büyük bir beklentim yoktu. Fakat bunu da beklemiyordum. Bradford gerçekten kasvetli bir yerdi. Evleri, caddeleri, binaları, insanları... Benim yaşantıma uygun olduğunu düşünmüyordum. Özgürlüğü seven bir insandım. Burası beni kısıtlayacakmış gibi hissettiriyordu.
Derin bir nefes alıp kendimi rahatlatmaya çalışarak basamakları çıkmaya başladım ve geniş kapıyı sürükleyerek içeri girdim. Beni ilk karşılayan şey burnuma dolan serum kokusu olmuştu. Her hastanede olan o ağır koku... Fakat bundan rahatsızlık duymamış, aksine zevk almıştım. Çünkü bu koku, benim şu an nerede ve hangi görevde olduğumu yüzüme vuruyordu. Bir kimlik niteliğindeydi benim için. Gözlerimi kısarak bakışlarımı oradan oraya koşturan hemşirelere çevirdim. Doğrusu, işimi yapmak için sabırsızlanıyordum... Tarif etmek gerekirse, burası geniş bir alandı. Duvarları bej rengindeydi ve o kadar da parlak görünmüyordu, soluktu. Tavan kenarları ise rutubetliydi. Birkaç tablo duvara asılmıştı. Öylesine asıldıkları çok belliydi. Karşımdaki manzaraya baktığımda sorun edilecek bir durum yok gibi görünüyordu. Görüntünün berbat olması dışında tabii. Alt ve üst katlardan gelen birkaç hasta çığlığı karşısında irkilsem de, bunun olması gerektiğini zaten bildiğimden gülümsemeye çalıştım. Fakat o sırada, aklıma müdür ile görüşmem gerektiği gelince hızla silkelendim. Adrenalin tekrar beynime vurmuştu. Kendimi çok da yüksek olmayan topuklularımla karşımdaki tezgaha benzeyen masaya doğru ilerlerken buldum. Buraya bakan birileri olmalı diye düşünüyordum. Ki evet, vardı.
"Merhaba." Samimiyetine inandığım bir gülümseme bahşetttim. Buradaki tüm çalışanlarla yakınlık kurmak, arkadaş olmak istiyordum. Sosyalliği seven bir insandım. Çoğu arkadaşımı zaten geride bırakmıştım, şimdi yeni dostluklar kurma vaktiydi.
Elimi uzattığım genç bayan kılını bile kıpırdatmadan oturmaya devam edince kaşlarım istemsiz olarak çatıldı. Ne kadar da kabaydı. Elimi geri çektim ve terleyen avuçlarımı kıyafetime sürttüm. Bozulmuştum. O ise konuşmam için bekliyordu, ince kaşları havaya kalmıştı.
Yutkunarak söze başladım. "Ben Rachel Cooper. Yeni-"
Sözümü kesip elini havaya kaldırdı ve salladı. "Ah evet, siz. Yeni psikolog." Sırtını yasladığı deri sandalyeden ayırarak beni boydan boya süzmeye başladı. "Bay Malik sizi bekliyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Numb
FanfictionEla gözlü adam ceketinin yakasını düzeltti ve tüm ihtişamıyla dudaklarını kıvırırken konuştu. "Bradford Akıl Hastanesi'ne hoş geldiniz, Bayan Cooper." NUMB | HİSSİZ