"Beyaz kuğu?"
Şaşkınlıkla başımı kaldırdım ve güldüm. Siyah kuğu... Peki ama o kimdi?
"Beyaz kuğu... Değişik bir lakap doğrusu ama ben Opia'ya tercih ediyorum"
"Pia?"
"Sadece Opia" dedim ve sol bacağını sol bacağımın üstüne atarak ellerimi karnımın üstünde birleştirdim.
"Peki ya sen kimsin?" diye sordum. Çocuk saçını kaşıyarak "Arkadaşa ihtiyacı olan birisi" diye cevapladı.
"Demek arkadaş" diye onu tekrarladım.
"Hep cümleleri tekrarlar mısın yoksa konu akıcı olsun diye mi böyle davranıyorsun?" diye sordu aniden. Eminliğimden ödün vermeyerek "Hayır sadece kendi içimde muhakeme ediyorum." dedim.
Başını anladığını ifade eden bir şekilde sallayarak. Devam etti "Ee Beyaz kuğu teklife ne diyorsun? Tabi muhakeme ettiysen.".
"Sanırım deneyebiliriz." dedim kesin gülümseyerek o ise "O zaman daha sessiz bir yere geçelim mi çünkü burada kendi sesimi bile zor duyuyorum" dedi. Onu onaylarak dışarı çıktık.
Bu seferde biriyle sohbet ediyordum. Yalnız başımıza. Okula geldiğimden beri üç dört kez falan olmuştu. Biri çatıda, diğeri gölde, bir öteki ise koridorda olmuştu. Şimdi ise oldukça normal bir şekilde banklarda oturuyorduk.
"Enstrümanın ne?" diye sordum sessizliği bölerek. Konuşmak için benim sormamı beklediği aşikardı.
"Elektro gitar ama insanlar genelde önce adımı sorar"
"Ben normal insan mıyım sence? Ben ve sen bir müzisyeniz yani enstrümanlardan karakter analizi yapma kabiliyetimiz az çok var, veya çaldığı notadan."
"Ya bu enstrümanı çalmak için baskı gördüyse?"
"Ebeveynler, çocuklarının genelde batı enstrümanlarına yönelim göstermesini ister. Ama tabi az önce dediğin gibi bunda da istisna olabilir. Hem adını söylemeye bu kadar meraklıysan adını söyleyebilirsin"
"Luther Caim"
"Beyaz kuğu yeterli değilse Opia Allen ama Opia. Pia veya başka birnsey değil"
İçimde ki hissi bilmiyordum ama bana onlardan başka kimsenin Pia demesini istemiyordum. Bu yüzden bu uyarıyı ikinci kez yapma ihtiyacı hissetmiştim.
Kalan öğleden sonrasını beraber geçirdik. Beraber geçirdiğimiz dört saat sonrasında birbirimizi iyice tanımış ve haftaya bir yerde buluşmak için sözleşmiştik. Giderken son anda numarasını isteyerek telefonuma kaydettim.
Günlerin çoğu artık böyle geçmeye başlamıştı. Amor'u ve arkadaşlarını olabildiğince az görüyordum. Darwin'i de onlara kıyasla bir iki kez fazla görüyorum denebilirdi. Her haftanın bir günü olan buluşmalarımız önce iki güne sonra üç güne çıkmıştı. En sonunda basamakları tırmana tırmana, zirveye yani her tenefüs görüşmeye başlamıştık.
Çalışmalara da pek gitmiyordum. Ayda bir gün veya iyi günler geçiriyorsam iki hafta da bir. Ama odamda sürekli çalışıyordum. Bazen Darwin'de metronomu yakalamam için yanımda oluyordu. Hayat olabildiğince güzel gidiyordu. Harika bir kış bizi bekliyordu.
Yine bir ders günü sonrası ısınmak ve sıcak bir yatağa ulaşmak amacıyla merdivenleri tırmanmaya başladım. İçeriden konuşma sesleri geliyordu. Üç ton vardı. Biri Darwin'in olmalıydı. Diğeri de bir kadın sesiydi. Benim yaşımda olmalıydı. "O kız onu mahvediyor" demesi ile birlikte onun Akira olduğunu anladım. "Ve bizim bunu anlamadığımızı zannediyor." diye ona karşılık verenin Castiel olduğuysa oldukça netti.
Konu Akira'ydı. Bu yüzden dinlemeye gerek duymadan kapıyı açarak onlara kısık bir selam verip odama kapandım.
Üstümde ki eteği çıkartıp yumuşak eşofmanlarımdan birini giydim. Bol paça siyah eşofmanım pantolon gibi gözüktüğü için bunu seçmiştim. Zaten üstümde olan gömleğimin üzerine kırmızı bir kazak giydim.
Yarım saat sonra akşam yemeğimiz vardı. Bu vakte kadar kitap okumayı düşünüyordum. Küçük çalışma masasının yanında duran ve bana asla yetmeyen iki raflı kitaplığa yürüdüm.
Canım öylesine klasik okumak istiyordu ki... Ama Rus klasiklerini çekemeyecek kadar keyfim yerindeydi.
Bu yüzden William Shakespeare'ın "Othello" kitabını çekerek ayracı çıkardım. En son ne zaman okuduğumu bile hatırlamıyordum. Nihayetinde yatağıma uzanmış sayfaları çeviriyordum.
Aralarında fısıldaşıyorlardı. Onları neden dinliyordum bilemiyorum ama kulağım onlardaydı. Seslerini özellikle mi odama taşıyorlardı bilemiyorum ama aralarında hararetli bir tartışma olduğu belliydi. Kitaptan başımı kaldırarak onları dinlemeye başladım.
"O kadar çok değişmiş ki artık gözlük bile takmıyor"
"Bu bizim karışabileceğimiz bir şey değil. Kendi aralarında konuşmaları gerekiyor"
"Keman aşkına Darwin! O kız gözlerinden alev atıyor. Konuşunca ne olacağını bir düşün"
"Sen haklı mısın sanki Cas"
Fısıldadıkları için kim olduklarını bilemiyordum. Saate baktım az kalmıştı. Kapıyı açarak sessizce çıktım. O esnada Akira bana bakarak "A Opia! Bu akşam geliyorsun değil mi?" diye sordu.
Son görüşmemizin üzerinden üç hafta geçmişti. Sanırım bu yüzden soruyordu. "Bilemiyorum" diyerek onu cevapladım ve ardıma bakmadan koridora çıktım.
Gözlerimin bulanık görüyordu. Hayır ağlamıyordum. Gözlüklerim yoktu. Uzun zamandır yoktular veya birkaç saattir. Yokluklarını hiç fark etmemiştim. Göz numaram da zaten o kadar büyük değildi.
Nerede olduklarını hiçbir şekilde tahmin edemiyordum. Akışma son zamanlarda nota okuduğum zamanlarda zorlandığım geldi. Aklım neredeydi!
Yemekhaneye hızlıca indim. Bezelye ve pilavdan oluşan yemeğimi alarak boş bir masaya oturdum. Yemek boyunca düşüncelerin beni boğmasına izin vermedim.
Yemeğimi yedikten sonra kalkıp gitmek için hazırlandım. Tabağımı bulaşık tepsisine bırakmak için kafamı kaldırınca onu gördüm.
Amor... Gözleri solmuş, kızarmış ve sağlıklı gözükmüyordu. Zaten zayıf olan vücudu zayflamış ve olabildiğince çelimsiz gösteriyordu. O küçük çocuk geri dönmüştü. Utangaç, nazik ama güçsüz o çocuk.
Bugün gelemeyeceğimi ona söylemek için yanına doğru yürümeye başladım. O sırada aramıza giren ver sırtında keman çantası taşıyan bir kız yüzünden yolumdan dönmek zorunda kaldım. Arkamı dönerek bahçeye doğru ilerledim.
"Opia!"
Arkamı döndüm ve her zamankinden daha çökkün bedeni ile bir piyona dâhisi olan ona baktım. Göle doğru yürümeyi bırakarak ne olduğunu soran gözler ile ona baktım.
"Gözlerin, yani gözlüklerin. Bende, yani kaybetmişsin ve ben buldum"
"Teşekkürler bende bunları arıyordum"
"Sanırım uzun süredir arıyorsun yaklaşık bir buçuk aydır bende"
"Bu aralar kafam fazlasıyla dolu özür dilerim" Bir dakika, ben az önce Amor'dan özür mü dilemiştim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu Gölü
Lãng mạnBirbirlerine düşman olduklarını bilemeyecek kadar küçük olan iki müzisyen. Kalbinde ona karşı bir burukluk taşıyan kemanist ve asla bu burukluğu fark edemeyen piyanist. Onların hikayesi çaldıkları enstrümanlar ile yazılmıştı. Belki hiç çakışmayacak...