XIII. Bölüm

17 7 2
                                    

Ellerimi başıma koyarak ona baktım "Sanırım bir şeyi daha unuttum!" dedim. Akira gülümseyerek "İki telli çalgı olmaz Amor'dan rica ederim ben" dedi. İşte bu daha çok kötü bir haberdi "Aslında hiç gerek yok" dedim aceleyle. Telefonunu elinden bırakacaktı ki "Neden ki?" diye sordu. Verecek bir cevabım olmadığı için sükunetimi koruyarak dudaklarımı kemirmeye başladım. O da dilini damağına vurarak "İşte oldu. Sanırsam senin de sınavın bizden sonra ki hafta. En ön sırada oturmazsam orayı yakarım!" dedi.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde etrafıma baktım. Gözüm krem rengi duvarda duran anolog saate kayınca saçımı yıkamam gerektiğini hatırlayarak yerimden kalktım ve "Sanırım saçımı yıkamam gerekiyor" dedim ve duşa doğru olabildiğince yavaş –ki yere düşüp parkeyi batırmayayım- bir şekilde koştum.

Saçlarımı yıkarak ne olduklarına bakmak için olduğunca acele ediyordum. Hızlıca saçlarımı suyun altında bekleterek şampuanladım. Gözlerimi sıkıca kapatarak ne olduğuna bakmak için gözlerimi açtım. Bu sırada Akira'da arkama gelmişti. Ben tam gözlerimi açacakken gözlerimi arkamdan elleriyle kapatarak "Senden önce ben bakayım ki kötü olmuşsa -ki böyle bir ihtimal yok-"dedi. Başımı sallayarak kendimi ona bıraktım.

Bir kaç saniye boyunca sesini duyamayınca ellerini ben gözümden çekerek aynaya baktım. Gerçekten de tam anlattığı gibi olmuştu "Neden sustun?" dedim ve onun saçlarıma dokunmasını izledim. "Bırak müzisyen olmayı kuaför olalım. Paramız olsun ve biz çalıp yorulacağımıza orkestramız olsun!" diyerek gözlerinde ki ışıltıyla tekrar bana baktı. Ona "Teşekkür ederim" diyerek memnuniyetimi ve minnettarlığımı ona belli ettim.

Elini beline koyarak "Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu. Ona bilmez bakışlar atarken yarın- yani bugün- yapacağım buluşma aklıma geldi. Sonrasında gelen siyah mektup. Cebimde kalmıştı. Cebimi yokladım. Hala orada duruyordu. Akira'ya "Ben üstümü değiştiriyorum sana da rahat bir şeyler getirmemi ister misin?" diye sordum. Akira olumsuz anlamda başını sallayınca hızlı bir şekilde odama girip aynı hızla üstüme göstermelik bir takım geçirdim. Daha sonra yatağıma oturarak okumaya başladım.


Siyah kuğuya,

Beni tanımıyorsun, bu yüzden bu mektubu önemsemeyebilirsin. Bu çok normal, sana bunun yüzünden hak veriyorum. Ama sende bana hak ver. Ne için mi? Sabahları geceyi bekleten, geceleri sabahı bekleten sensin, yediğim her yemekte içtiğim her yudumda sen varsın. Rüyalarımdasın, çünkü rüyalarım kadar güzelsin. Bu fiziksel bir bağlam değil. Çaldığım her notada, belki de besteleyeceğim her bir parça da sen varsın. Abartmaya gerek yok Cumartesi günü Altın Boğa'da güneş nerede olur bilemiyorum çünkü benim ki tam karşımda oturacak o yüzden saat 16:00'da görüşmek üzere. Hoşçakal...

Bilinmeyecek Kadar Esrarlı Biri

Evet, ergence bir mektuptu. Büyü ihtimalle yurtta ki kızlar, başka kızların bu şaşkın haline gülmek için yapmışlardı. Hemcinslerini böyle görmek eziklikten başka bir şey değildi. Siyah zarfı açılmamış gibi geri kapatarak dolabıma koydum. Hem zaten o gün Luther ile buluşmayı planlamıştım. Yoksa bu Luther mıydı? Ama Luther böyle bir şey yapmazdı ki. Aynaya baktım ve Luther'ın benim hakkımda böyle düşünebileceğini düşündüğüm için kendime kızdım. Odaya girdiğim de Akira olduğu yerde sızmıştı. 

Telefonumu alarak Darwin'i aradım. Sesi yorgundu. Kısılmıştı. Yedinci çalışta anca açmıştı. Sesinde bir kaç gram da olsa endişe vardı.

"Pia? İyi misin?"

"Ben iyiyim-"

"Sen iyisin ama Kira'ya bir şey oldu dimi? Ah cadı kız ah!"

"Hayır hayır o da iyi sadece oturma odasında uyuyor. Hem bu ses tonu ile sen iyi misin?"

"Biraz buzlu şeyler içtim tabi hava ısınınca. Her neyse biz gelelim onlarında pazar günü için çalışmaları gerekiyor"

"Tamamdır"

Telefonu kapattım. Onu ilk defa aradığımı fark ettim. Güneşin doğmasına bir kaç saat vardı. Akira'yı kolundan dürterek uyandırmaya çalıştım. O kendine gelip ayılırken bende ortalığı toparlamıştım. Onu bu uykulu haliyle bırakamacağım için onları çağırmıştım. Bir kaç dakika sonra kapı çalmıştı. Kapının dürbününden baktığımda üç erkeğin tartıştığını gördüm. Taş kağıt makas oynuyorlardı. Aptallar, diye geçirdim içimden. Kapının koluna asılarak onları içeri aldım ve "Akira burada beyler gelip alabilirsiniz" dedim.

Önce Darwin sonra Castor girdi. Amor kapıda beklemeyi tercih etmişti. Akira yorgunluğunu belli eder bir şekilde yalpalayarak kollarına girdi. Amor'un gözleri saçıma odaklanmıştı. Darwin odaya girerken üçü birlikte çıktılar. Kapıyı arkalarından kapattıklarında "Akira'da seni kendine benzetmiş" dedi.

"Nasıl yani?" diye sordum.

"Sen o kestane saçların gerçek olduğunu mu sanıyordun? Okula girene kadar sadece küçük bir algı"

"Öncesinde nasıldı ki?"

"Pembe!"

"NE!"

İkimizde gülmeye başlamıştık "Gerçekten mi?" diye sorarak tekrar teyit etmek istedim. Ellerini karnına bastırarak "Yalan söylemeye veya şaka yapmaya bir halim yok ." dedi. Daha sonrasında odasının kapısını açarak "İyi geceler, tabi gece bitti ama" dedi ve odasına girdi. Bende kanepelere son bir kez baktım. Az önce gerçekten de çok güzel vakit geçirmiştik. Kanepenin önünde ki sehpa da duran telefona gözüm çarptı. 

Ah Akira! Unuttuğu telefonunu vermek için acele ederek koridora çıktım. O esnada bana doğru yürüyen Amor'u fark ederek durdum. Yanıma yaklaşmaya başladı. Gözlerinden yorgunluk akıyordu. İkimizinde gözlüklerinden dolayı göz renklerimiz neredeyse seçilemiyordu. Boynumu yana alarak ona baktım ve "Bir şey mi oldu" diye sordum. Vereceği cevabın çok epik olacağını düşünmüyordum bu yüzden beklemeye başladım.

Kuğu GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin