XVIII. Bölüm

9 3 0
                                    

Darwin yine odada beni bekliyordu. Geldiğimde başını telefondan kaldırarak "Hadi hazırlan da çıkalım." dedi. Saate baktım. Gerçekten de iki saate yakın çalışmıştık. 

Odama girdim ve elbisemi değiştirerek bol paça siyah bir pantolon giydim. Üstüne beyaz bir gömlek giydim ve saçlarımı topuz yaptım. Hazır olduğumda Darwin'le beraber çıkarak konser salonuna yürümeye başladık. 

Dar koridorlardan geçerken bir haftaya benim de böyle bir durumda olacağım aklıma geldi.

Gerçektende olabildiğince gerici bir durumdu. Kırmızı kadife kaplamalı duvarlar bana hep orkestra konserlerini düşündürüyordu. Belki aklımda sürekli bir orkestra isteği yattığı için olabilirdi.

Yolun bitiminde bu sefer direkt koltuklara yöneldik. Çünkü olabildiğince geç kalmıştık. Üç kişilik boş bir yer bulduk ve Amor'a da bir yer ayırdık. O da zaten bir kaç dakika sonra gelmişti. 

Akira ve Castor sahneye çıktı. Yanlarında bir kız daha vardı. Büyük ihtimalle görevlendirilen piyanistti. Akira ve Castor birbirlerine başlarını salladılar ve başladılar. Çaldıkları eser "Dance of the Sugar Plum Fairy" di. Sanırım grupça Tchaikovsky'nin eserlerini seviyorduk. 

Eserlerini olabildiğince pürüzsüz bir şekilde sergilemişlerdi. Akira'nın bakışları ne notalardaydı ne seyircilerdeydi. Tam olarak Castor'a bakıyordu. Dudaklarında notalardan ziyade onun bu sınavı geçebilmesi için dualar okunuyordu.

Castor'da Akira'yı fark etmek yerine notaları bastığı klavyeye odaklanıyordu. Yavaş ritimli bir beste seçmelerine rağmen bu kadar stres yapacak şeyin ne olduğunu merak ediyordum.

Sonunda şarkıları bitti ve Amor'la yaptığımız perfonmans kadar uzun sürmeyen bir sessizlik oldu. Alkışlamaya ilk başlayan ve son bitiren bizdik. Müzisyenliğin duygularını damarlarında taşıyan gençler her zaman bu bestelerin bıraktığı izleri daha iyi silmiştir.

Gösterinin bitmesinin ardından herkes yerinden kalkarken Castor, Akira ve diğer kız sahneden inerek sahne arkasına geçti. Bizde onların yanına gitmek için ayaklandık. Amor ve Darwin, Castor'un etrafını sararken bende heyecandan hala titreyen Akira'nın flütünü kılıfına koyarak koluna girdim.

Beraber bahçeye çıktığımızda ikisi de çok heyecanlıydı. Castor'u ilk defa böyle görüyordum. İlk topluca karşılaştığımız banka gelmiştik. Akira ve ben banka kurulurken diğerleri taşlara veya çimenlere oturdular. Güneş tepedeydi bizi selamlıyordu.

Sanki bir kaç gün önce yaşananları unutturmak istermiş gibi. Bir çok kişinin ifadesi alınmış ve bunun sonucunda bunun tamamen Luther'ın dikkatsizliği olduğuna karar vermişlerdi. Bu karar beni sonuna kadar deli ediyordu. Ama düşününce kimsenin suçu olmadığını biliyordum. Darwin sessizliği bölerek "Nereye daldın Pia?" diye sordu. Hiç anlamında omuzlarımı silktim. Amor sıkıntıyla oflayarak "Ulusal gösteriye ne kadar kaldı?" diye sordu. İşte ulusal gösteri. Belki her şeyin sonu her şeyin başlangıcıydı. Bir şey bitmeden sonunu gösterip yenisine yol açan bir fırsattı bizim için.

Yarışma takvimini avucunun için gibi bilen Akira kafasını kaldırarak "Bahar tatilinden iki ay sonra" dedi. Castor "Yani hazirana denk geliyor" diye ekledi. Darwin ellerini toprağa yaslayarak dikleşti ve "Hala hangi eseri çalacağımızı seçemedik. Sonuçta bir Vivaldi bir Tchaikovsky çalamayız." dedi.

"Ayrıca daha fazla Tchaikovsky çalarsak izleyicileri sıkmış oluruz." diye ona katıldım.

"Aslında adımızın küçük Tchaikovsky'ler olarak çıkması güzel olmaz mı?" diye benim aksimi söyledi Akira.

Castor gülerek "Küçük Tchaikovsky'ler mi?" dedi sonra bana doğru bakarak "İlk defa şu deliye hak verdim" dedi.

"Deli? Şu deli?" dedi ve arkasına yaslandı Darwin. Kendini benden gelecek küçük çaplı kaosa hazırlıyor gibiydi.

"Sanırım deliyim. Ama bu beni daha havalı yapmaz mı? Hem sizde övünmelisiniz. Grubunuzda bir deli var! Ayrıca Darwin medeni bir insan gibi konuşacağım yani bugünlük kaos yok" dedim ve arkama yaslandım.

Darwin kaşlarını kaldırarak "Vay be laf dalaşına girdikten sonra ortamdan ayrılmazsan nefessiz kalmıyormuşsun!"

Derin bir nefes alarak bakışımı ondan geri çevirdim. Gözlerimi direkt olarak Amor'a çevirdim. Çiçekler ile oynayarak anlattıklarımızı dinliyordu. Sanki bize bakmaktan çekinirmiş gibi. Onunla uğraşmak ister gibi gözlerimi üstüne diktim.

Akira ve Darwin amansız bir tartışmaya girmişken Castor onları takip ediyordu. Şuan ikimiz içinde evrende ki son insanlar bizlerdik.

Ne havada ki rüzgar buna maniydi. Ne de buna engel olan konuşmalar. Gözlerini kaldırıp bana baktı. Zeytin siyahı bir çift gözün yanında bütünleşen okyanus misali gözler.

Hayır. O başkasına aitti. Ve başkası da ona aitti. Gözlerimi ondan çekerek çimenlere yönelttim ve diğerlerinin aralarından çevirdiği sohbete dahil olmak için kulak kabarttım. Başım adımın haykırılması ile sesin geldiği yöne geldi. Onlara "Birazdan gelirim" dedim.

Bana doğru uzanan ele baktım "Celecia!" diye haykırdım. Ona sarıldım.Gülümsemesi devam ediyordu. Kız gülümseyerek devam etti "Burası çok sıcak sana anlatmam gereken önemli şeyler var. En boş olan yer çatı sanırım" dedi. Benim konuşacak neyi olabilirdi ki? 

Onu kırmamaya dikkat ederek başımı salladım. Yangın merdiveni çıkışına doğru ilerledik. Elini belime attı. Yukarı doğru çıkarken "Yeni ölen bir çocuk var adını duymuşsundur neydi?" dedi.

Afallamıştım. "Luther, Luther Caim" dedim sonrasında bu afallamış halimi üstümden atarak "Ne oldu ki?" diye sordum. Yangın çıkış kapısını ittirerek çatı katının kapısını açtı. Geçmem için izin verdi. Beni hala bırakmamıştı. 

"Ya o abimdi desem?"

Sustum. Ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Ve sanırım onunla karşılaşmanı sağlayan bendim" dedi parmakları arasında belimi sıkarak.

Beni ileri ittirdi. Ve ona bakmamı sağladı. Akşam güneşi kafamın üstünden geçiyordu. Yüzünde ki gülümsemesi soldu. 

"Onun katili sensin!" dedi kin dolu bir edayla. Devamını getirmek için ikimizin de nefes almaya ihtiyacı vardı.


Kuğu GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin