Parmaklarımın ucunda topallayarak uyandım. Gerçek yeniden yüzüme vurmuştu. Ayağa kalktım ve sersemce oturma odasına yöneldim. Kanepe de uyuyan Castor ve Darwin beni karşılamıştı. Büyük ihtimalle Akira onları odadan atarak kendi uyumuştu. Onların uykularını bölmeyerek bende dışarı çıktım. Üstümde ki pijamaları ve harikulade hırkamı önemsememiştim çünkü hava olabildiğince güzeldi. Bu harika havaya rağmen saat erken olduğu için kimsecikler yoktu.
Her zaman gittiğim o göl kenarına gittim. Amor'da oradaydı. Sanırım tek ortak noktamız burasıydı. Belki de çok vardı ortak noktamız. Ama ben bunu hiç fark etmemiştim. Yanına yaklaştım. Dizlerimi kendime çekerek yanına oturdum. Kalkmaya yeltendi.
Onu elinden tutarak durdurdum "Sonra gelen bendim eğer gitmesi gereken biri varsa o da beni" dedim. Bana baktı. Gözlerime baktı. Bir şey demedi ve geri oturdu.
Bende kalmaya karar verdim. Dakikalar boyunca sustuk. Ben dinçtim. Bana bir şey olmamıştı. Ama onun içini kemiren bir şeyler vardı. Dışına vuramadığı.
Siyah saçlarımı gözlüğümden geriye aldım ve kolumda ki saate baktım. "Sanırım kahvaltı saati gelmiş. Kahvaltı yapmak ister misin?" dedim. Başını bana çevirmeden, gözlerini benden kaçırarak "Olabilir" dedi.
Beraber kalktık ve ilerlemeye başladık. Oldukça sıradan bir şekilde yemeğimizi yedik. Yüzü durgundu.
"Amor"
"Evet?"
"Bir şey mi oldu?"
"Hayır"
"Neden böylesin?"
Yanaklarını ateş basmıştı.
"Normalde nasıldım ki?"
"Sakinleş biraz Amor. Yüzün kızardı."
"Sanırım biraz yorgunum"
Bahanelerin ardına saklanmakta oldukça kötüydü.
"Odaya çıkalım mı? Sizinkiler orada"
"Olabilir"
Beraber odaya çıktık. Onun hiçbir zaman duyguları olmamıştı ama şuan neden özellikle bana öyleymiş gibi geliyordu ki?
Kapıyı açtım. Darwin çoktan uyanmıştı bile. Bana doğru geldi ve sıkıca sarıldı. Başka bir şey demedi. Bana sarılan sadece Darwin ve Akira olmuştu. Akira'nında bunu içgüdüsel olarak yaptığını düşünüyordum.
Diğerlerinin ise bakışları çok fazla şey anlatıyordu. En azından Amor'un.
Bugün günlerden pazardı. Yani Castor ve Akira'nın konseri vardı. Bunu onlara hatırlatarak "Konseriniz kaçtaydı?" diye sordum uyanan Akira'ya. Akira ağzından bir saat geveleyerek yüzünü yıkamak için gitti.
Bizde bunun üstüne odayı havalandırdık. Ben odama gidip yatağımı topladım. Geri döndüğümde Castor, Darwin ve Amor kanepede oturmuş plan yapıyorlardı. Meraklanarak onlara ne düşündüklerini sordum?
Sanırım benim için tuttukları sözcü olan Darwin cevapladı "Bahar tatili için sınavlardan sonra bizim yazlığımıza gitmek istiyorum ve onları da çağırıyorum. Yani seni de" .
Akira kapıdan fırlayarak "Sanırım anneni senden daha fazla özledim ve bu yüzden kesinlikle gitmeliyiz"
Amor'un gözlerinden tek bir duygu okunuyordu. Özlem. Anılarına karşı duyduğu özlem olmalıydı.
"Benim için fark etmiyor. Eğer Akira gelirim diyorsa bende gelirim yani" dedim kendimden beklenmeyecek bir perfonmans ile.
"Bahar tatili ne zaman başlıyor ki?"
"Yaklaşık üç hafta sonra"
"Tamam o halde anlaştık anneme bizi alması için yazarım. Şimdi her neyse Akira ve Castor lütfen artık gidin ve konserinize hazırlanın öğlen konser salonunda buluşuruz." dedi. Onlar çıkarken bende Amor'a dönüp "Bizde konser sınavı için çalışalım mı?" dedim. İkiletmeyerek başını salladı. "O zaman çalışma odalarında görüşürüz" dedim ve odama girdim. Üstüme baharda giyilmeye layık siyah bir elbise giyerek kemanımı aldım ve çıktım.
Zıplayarak çalışma odasına gittim. O da bu esnada piyanonun akordunu kontrol ediyordu. Kapıyı tıklayarak içeri girdim ve onu notaların içine düşmekten kurtardım.
"Kafanı kaldırıp etrafa bakmazsan göz numaran daha fazla büyüyecek" dedim.
O sadece bana bakmakla yetindi. Ona nota kağıdını uzatarak "Moonlight Sonata bence tam bizlik hadi çalmaya başlayalım"
Yaklaşık yirmi dakika veya yarım saat süren bir eserdi. Hafiften çalmaya başladık. Kemanımın ssi yeni yeni duyulmaya başlamıştı.
Yavaş yavaş ilerliyorduk. Her duygu bir nota ibaresi olarak tuşların üzerine mimleniyor onun parmakları arasından benimde arşemin arasından kayıp gidiyordu. En sevdiğim kısım üçüncü bölümde bulunuyordu. Çalması zor bir kısımdı bu yüzden tam versiyonu ile çalmak istemiştim zaten.
Notalar hakkında bir korkusu yoktu. Metronoma oldukça sadık kalmayı başarmıştı. Yan notalar girdi. Bana düşen en fazla iki nota çalmaktı. Ama sahnenin parlayan yıldızı bendim. Kollarım gevşedi. Sadece piyonanın sesi duyuldu. Arşemi baştan aldım. Gözlerimi kapattım. Ezbere bildiğim notaları yaşamaya çalıştım.
Bunun bana bir etkisi yoktu. Sadece müziği hissedebiliyordum. Müziği ellerimde, ruhumda ve kalbimde. Kısacası her zerremde hissedebiliyordum. Sakin müzik bizi uyutacak kadar güzel bir metronom ile gidiyordu. Arada giren aşırı kalın ve aşırı tiz seslerde buna bir hava katıyordu. Olabildiğince ona uyum sağlamaya çalışıyordum. Ama benim amacım hiç bir zaman metronom olmamıştı. Benim amacım her zaman sahnede parlamak olmuştu.
Amor notaları itinayla seçiyordu. Ben ise vibrato yaparak onu geriletiyordum. Hoşuma gitmiyor değildi. Konserde de aynısını yapmaya çalışabilirsem öcümü alacaktım.
Beşinci dakikasına ancak yeni gelebilmiştik. Sesler gittikçe kalınlaşıyordu. Zaman aktı ve altıncı dakikaya geldik. Araya giren iki kalın nota ve ince altı ses. Fa anahtarında ki elini bastı. Sol anahtarında ki elini oynattı. Bu sefer elini fa anahtarına kaydırdı. Yedinci dakikaya ulaşmaya az kala en kalın iki sesi bastı. Bende kemanımda sol telinden bir kısım çaldım.
Bir kaç saniye sessiz kaldı ve ikinci kısma geçtik.
Neşeli bir şekilde başlıyordu. Yani birinci kısma kıyasla. Bu da onu olduğundan iyi yapardı. Yani kemanda sol telini çalmak kalınlığından dolayı hep daha zor olmuştu. Çok çalarsanız kolunuz ağrır ve diğer tellere kıyasla daha fazla yorulurdunuz. Bu mi telinde tam tersiydi. Bir kuş tüyü kadar hafif olan bu telde dördüncü parmakla bile en iyi vibratolar yapılırdı.
Tabi ikinci kısımda da bazı yerler vardı. Gittikçe kalınlaşıyordu. Ama ince sesler ile destekleniyordu. Kalından inceye geçiş yapmak onun için zor değildi. Piyona onun doğasında vardı.
İkinci kısım birinci kısımdan daha hızlı bitmişti. Amor son ve kalın notalara var gücüyle bastı. Biraz beklediler ve üçüncü kısma geçtiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu Gölü
RomanceBirbirlerine düşman olduklarını bilemeyecek kadar küçük olan iki müzisyen. Kalbinde ona karşı bir burukluk taşıyan kemanist ve asla bu burukluğu fark edemeyen piyanist. Onların hikayesi çaldıkları enstrümanlar ile yazılmıştı. Belki hiç çakışmayacak...