XXVIII. Bölüm

0 0 0
                                    

Akira omuzlarımı sarsarak beni uyandırdı ve yanımda bağırdı.

"Uyan hadi doğum günü kızı!"

"Kira biraz yavaş olsan sence de daha iyi olmaz mı?"

"Ama öyle eğlencesi kalmaz ki!"

Yerimden kalkarak ona sarıldım. Şaşkın bir şekilde baktığını hissedebiliyordum. Ondan ayrılarak gülümsedim ve "İyi ki varsınız" dedim. Akira'da gülerek buna karşılık olarak "İyi ki varız" dedi.

"Hadi acele et kahvaltıya inelim zaten belirli vaktimiz var ve ben bunu harcamak istemiyorum"

"Hay hay komutanım!" diyerek güldüm ve saçlarımı düzelttim.

Tokamı bulmak için elimi bileğime atsam da bulamamıştım. Akira'ya "Yedek tokan var mı?" diye sordum. Akira bileğinden çıkardığı tokayı bana verdi.

Merdivenleri inerken saçımı topladım. Bugün Fransa'daki bahar festivaline katılacak üç saat kalacak ve sonrasında tekrar yola çıkacaktık. Zaten sonrasında beş saatlik bir yolumuz kalacaktı.

Kahvaltıda bizi bekleyenleri görünce hızlı bir şekilde yanlarına gittik. Darwin bana sırıtarak "O gelmiş bizim hanımlarda" dedi. Bunu Akira'yada söylemişti ama en son Akira onu hamur gibi ezip geçtiği için bakmaya cesareti yetmemişti.

,Birkaç dakika sonra yemekler önümüze gelmiş ve hepimiz hızlı bir şekilde yemeye başlamıştık.

Hızlı şekilde yerken aniden böreklerden bir tanesi boğazıma takıldı. Bay David'in, Darwin'in çocukluğunu anlatırken komik anılarla bizi boğması sonucu hepimiz gülme tufanına tutulmuştuk.

Akira su uzatırken bende öksürüyordum. Masadakilerin dikkati bize kesilmişken Bayan Daisy hafifçe sırtıma vurdu.

Castor bana bakarak "İyisin dimi Pia?" diye sordu. İlk defa beni önemsediğini hissetmek beni mutlu etmişti. Başımı salladım ve "Önemli bir şey yok hadi devam edelim" dedim.

Açlıktan guruldayan mideleriyle buna daha fazla karşı gelemediler. Kahvaltımız yaklaşık yarım saat sürmüştü. Kruvasanların envai çeşidini yedikten sonra otelden ayrılarak sokağa çıktık.

Parc de Sceaux'nün güzel sokakları kiraz çiçekleri ile bezenmişti. Grup halinde yürüyorduk. En sonda Darwin vardı. Bir yanımda Castor diğer yanımda Akira vardı. Diğer uçta yani Akira'nın yanında ise Amor yürüyordu.

Akira, Darwin'e bulaşmak için yan tarafa kayınca Amor ile yan yana gelmiştik. Gözlüklerinin altından gözüken yanakları kızarmıştı.

Kemik siyah çerçevesini düzelterek saçını arkaya attı. Etrafımız harika kokular ve görüntüler ile çevrelenmişti. Kiraz çiçekleri başımıza düşüyordu.

Saçıma takmak için yere düşen çiçeklere doğru eğildim. Amor bana birkaç tanesini uzatarak "Saçına takmak için çok kirliler bunları kullan" dedi.

Ona gülümseyerek baktım ve "Teşekkür ederim" dedim. Sokaklar boyu yürüyerek küçük işletme tezgahlarını dolaştık. Aramızda tek Fransız'ca bilen Darwin ve Akira olmasına rağmen çoğu satıcı İngilizce konuşabiliyordu.

Bizde onlardan anladıklarımız ile hatıra kalması için satıcılar ile konuşup hediyelik arıyorduk.

Gezimizin son bir saatinde Akira renkli bir tezgâha koşarak "Hepimiz alalım. Bunlar hiç kopmaz" dedi.

Herkesin bileğine sırasıyla birkaç bileklik tutuşturdu. Benimkisi kırmızıydı. Kendininki pembe, Darwin'inki mavi, Castor'unki sarı ve Amor'un siyah. Anlaşılan hepimizin saç rengine göre dizmişti.

Akira gerçekten renkli bir kişiliğe sahipti. Öncesinde saçını pembeye boyaması bunun en büyük kanıtıydı.

Castor telefonunu çıkartarak "Herkes 'müzik' desin!" dedi ve kamerayı bize doğru tuttu.

Belimde poz vermek için desteklenen bir el hissedince başında şaşırsam da Akira'nın göz kırpması ile arkamı dönerek onu gördüm.

Akira yer bulamamış olamayacak ki parmak uçlarında kalkarak benden destek alıyordu.

Fotoğraf faslımız bitince bilekliklerimiz ile tekrar bir kareye sığdık. Sonrasında arabanın olduğu yere yürüyerek geri döndük.

Bundan sonra kalan tek saatimizde iki molamız vardı. Arabaya tekrar doluştuktan sonra sessizlik içinde yolumuza devam ettik.

Bu sefer arabanın içinde İspanyolca şarkılar çalıyordu. Bunlar tatilde çocukları eğlendirmek için yazılan şarkılardı. Bu yüzden İspanyolca bilmeyen birine bile tanıdık gelmesi oldukça normaldi.

Diğer yola kıyasla bu yolculukta uyumayı denemiştim. Kafam Akira'nın omzuna düşerken o da hiç ses etmeden durmuştu.

Araba sessiz bir şekilde durduğunda bunun temelli olduğunu hepimiz anlamıştık. Bay David hepimizi indirerek çantalarımızı çıkarttı ve "Sizi eve kadar yolcu edelim" dedi.

Buna ilk başta Darwin ısrar etti "Baba artık o kadar küçük değiliz!".

Bayan Daisy arabadan inerek "O zaman kızların bavulunu da sen taşıyabilirsin değil mi Darwin?" dedi.

Akira kulağıma eğilip fısıldadı ve "Sakın itiraz etme gerçek eğlence şimdi başlıyor" dedi. Bende onu bozmayarak durmaya devam ettim.

Darwin saçlarını geriye attı ve oflayarak bavulumuzu çekmeye başladı.

Bay David ve Bayan Daisy bize iyi eğlenceler diledi ve günlerimizin birkaçında onlarda kalmamız gerektiğini söylediler.

Darwin ve ailesinin evi beyaz bir yapıydı. İki katlı olan tatlı bir yazlıktı. Dışarısından sarkan çiçekler evi daha şirin yapıyordu.

Akira'nın ailesi de aksine daha gösterişliydi. Üç katlı gibi durmasına rağmen üçüncü katı çatı katı gibi görünüyordu. Evler karşı karşıyaydı ve büyük ihtimalle biri sahile doğru doğrudan iniyordu.

Darwin çantalarımızı içeri taşırken bizde içeri girmiştik. Bayan Daisy ve Bay David bize son sözlerini söyleyerek kendi evlerine girdiler.

Darwin kapıdan girer girmez çantaları bıraktı. Akira mutfak adasına doğru giderken "Eğer onları odamıza çıkarmazsan seni aç bırakırım!" diye tehdit etti.

Kuğu GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin