XI. Bölüm

17 5 3
                                    

Kızaran yüzümü görmemesi için büyük bir uğraşla kendimi sakinleştirdim ve "Başka bir şey yoksa akşam görüşürüz" dedim ve ona baktım. Böylece akşam ki planımdan vazgeçmiş oldum.

"Aslında Opia bir şey söylemek istiyordum"

"Nedir?"

"Az önce gelen kız kaybolan kemanist ve geri gelmek istediğini söyledi. O yüzden cevap veremedim, özür dilerim. Yerin grubumuzda oldukça sağlam"

"Bana açıklama yapmana gerek yoktu ki. Neden yaptın?"

"Hiç öylesine, içimden geldi"

"Demek öyle içinden geldi ha? Her neyse daha sonra görüşürüz" dedim ve yanından ayrıldım. Demek içinden gelmişti...

Koridora ulaşınca kapıya yaslanarak odada olmamalarını diledim ve kapının koluna asıldım.

Darwin odada elinde tuttuğu bir zarf ile volta atıyordu.Sonunda yanıma gelip beni omuzlarımdan sarsmaya başladı.

"Kızım sen nerede kaldın? Sabahtan beri seni bekliyorum!" diye çıkıştı bunu yaparken de omuzlarımı sıkı sıkı tutarak sallamayı ihmal etmemişti.

"Darwin dur omuzlarım koptu"

"Affedersin biraz aceleci davrandım. Ha bu arada bu sana gelmiş ama şimdi okumanın sırası değil" durdu ve kemanımı bana uzattı "-hadi gidelim" diye devam etti ve beni kolumdan çekti.

Kapıdan çıktığımızda ona "Odama izinsiz mi girdin?" diye sordum. O da "E ne yapayım o kadar çok oyalanıyorsun ki çıkmak bilmiyorsun. Hem seninle yaptığımız provalar ayrı oluyor" diyerek beni cevapladı.

O an onları özlediğimi fark ettim. Günlerimin çoğunu Luther ile geçiriyordum. Zaman algım sadece saatlerden ve hafta sonunu hafta içinden ayırt ederken geçerliydi. Her şey sanki benim etrafımda dönmeyi bırakmıştı. Artık kendimi ben bile tanıyamıyordu. Dipsiz bir kuyuda sürüklenip gidiyordum.

Sanki çaldığım parçada nerede olduğumu kaybetmiş gibiydim. Bana ne olmuştu? Hiçbir zaman o kadar sosyal bir insan olmamıştım ama. Onu izlemeyi de hiç bırakmamıştım.

Sorun neredeydi? Amor mu? Darwin mi? Luther mı? Hayır sorun bendeydi. Telefonuma gelen bildirim ile Darwin'den gerileyerek yazılanı okudum. Mesaj Luther'dan gelmişti.

Luther: Cumartesi günü saat 16 için Altın Boğa'da buluşalım mı?

Yani senin için uygun değilse başka bir günde olabilir.

Opia: Gelmeye çalışırım

Şimdi provam var daha sonra görüşürüz

Luther: İyi çalışmalar

Opia: Sağol

Yazdığım birkaç mesajın ardından hızlanarak Darwin'e yetiştim. Oldukça ilerlemiştik. Son bir katımız kalmıştı. Kalan yolu da konuşmadan ilerledik. Darwin kapıyı açarak geçmem için kapıyı tuttu.

"Selam" diye içeri girdim. Kemanımı sırtımdan bırakırken titreyen parmaklarımı saklayamıyordum. Sorun bendeydi. Ben bir sorun vardı. Sorun Opia Allen'daydı ve Opia Allen diye parmakla işaretlenen bendim.

Gözlerini üstümde hissediyordum. Arşem elimden düştü. Gözlerimibirkaç kez kırpıp aklımın yerine gelmesi için kendime emir verdim. Arşemi yerindenkaldırarak onları beklemeye başladım.

Birkaç dakika sonra herkes yerini almış ve hazır bir pozisyonda bekliyorlardı. Onlardan da işareti alınca aynı anda çalmaya başladık. Gün geçtikçe hepimizin çalışı birbirine uyum sağlamaya başlamıştı.

Aramızda ki ipler sadece Caston için gergindi. Akira ile olabildiğince samimi olmaya çalışmıştım. Nedenini bilmediğim bir şekilde onun yanında iyi hissediyordum. Amor ile eskiden olduğundan daha sakin bir dille konuşuyordum. Bunun sebebini ne benim ne de onun bildiğini düşünüyordum.

İki saat boyunca çalışmamız sürmüştü. Artık sadece Kuğu Gölü değil Vivaldi'nin Summer, Spring ve Winter kısımlarını da çalabiliyorduk. Sonrasında geriye sadece bir bölüm kalıyordu. Olabildiğince ilerlemiştik.

Parmaklarımız artık acıdan bir hal olunca önce telli çalgı çalanlar bıraktı. Sonrasında neredeyse nefesi tükenecek olan Akira. Baş kemanist olarak ben hala devam ediyordum. Son bırakan elbette ben olacaktım. Amor da beni yalnız bırakmamak için elinden geleni yapıyordu. Sonunda ikinci röprizimizi tamamladıktan sonra durmak zorunda kaldık. Elimi klavyede çekerek parmaklarıma baktım ve acı ile buruşturdum.

"Bugünlük bu kadar yeter herhalde?" diyerek kemanımı toplamaya başladım. Onlar için gece yeni başlıyordu. Tam çıkacaktım ki Akira'nın yanıma gelip koluma girmesi ile kalakaldım. Koridora çıkmadan önce "Bu gece ben Opia'yla beraberim sakın bizi rahatsız etmeyin!" dedi ve beni kolumdan çekerek koridora çıkardı.

"Aklından ne geçiyor Akira?"

"Ne yani beni istemiyor musun?"

"Hayır hayır buna sevindim ama aniden yapman-"

Bir anda gülmeye başladı ve zar zor "O anki yüz ifadeni hiç unutamayacağım" dedi. Ardından bende ona katılarak gülmeye başladım. En sonunda o kadar çok gülmüştük ki başka bir öğretmen koridora çıkarak ayağını yere iki kere vurmuş ve "Hanımlar!" diye seslenmişti. Sonrasında oradan uzaklaşmış ve gülmemek için birbirimizi dürtükleyerek odama gelmiştik.

Akira rahat bir şekilde flütünü kanepeye bırakarak odanın penceresini açtı. "Bu kemanistlerin odaları gerçekten bir harika oluyor" dedi.

"Sizin odalarınız böyle değil mi?"

"Hayır"

"Ayrıca her enstrümanın kendine ait odaları mı var?"

"Yani aynı aileden gelenler gibi düşünebilirsin. Yoksa bizi ayırabileceklerini düşünmüyorum."

"Anladım."

"Opia"

"Evet?"

"Seni buraya neden çağırdım biliyor musun?"

"Aslında çağırmadın ama yine de sen bilirsin"

"Saç boyamayı biliyor musun?"

"Hayır neden ki?"

"Ben saçlarımı boyamak istiyorum"

"Hangi renge?"

"Hangi renk yakışır sence?"

"Yani kızıl bir saçın var aslında biraz daha koyu bir kırmızı olsa oldukça güzel olur. Ama zaten saçın gayet iyi neden bir daha üstüne boyamak istiyorsun ki?"

"Bilmiyorum içimde değişiklikyapma isteği var. Bunu da saçlarım üzerinde değerlendirmek istiyorum."

"Peki boya olarak bir şey düşündün mü?"

"Aslında şu an yanımda ve senin oldukça yetenekli olduğunu düşünüyorum"

"Bilemiyorum..."

"Hadi Pia yapabilirsin"

"Madem öyle diyorsun... Ama sorumluluk kabul etmiyorum"

"Hadi başlayalım!"

Kuğu GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin