XVII. Bölüm

12 5 4
                                    

Herkesin bu şarkıyı ifade etme şekli farklıydı. Bazılarına göre bu tutkunun hırsıydı, bazılarına ise acının hançeri, kederin gözyaşı, mutluluğun duygusu, sessizliğin sesi, müzisyenlerin ise...

Bana göre ne olduğunu bilmiyordum. Sınav eserimdi. Bununla sahnede parlamak için her süsleme tekniğini yapacağım kesindi. Yorulacağımız bir eserin başındaydık. Amor'un elleri baştan sona gidiyor sonrasında iki tane fa notasının üstünde baskıya kalıyordu. Aynı bir bilgisayar klavyesi kullanır gibi yapıyor. Hırsla notalara başlıyor daha sonrasında omuzunu bir yay gibi gerip gevşetiyordu. Adımları ritmik bir şekilde pedala basıyordu. Benim ise parmaklarım acımaya başlamıştı. Aralarında verdiğimiz bir kaç saniyelik esler sayesinden arşe tutuşumu daha iyi kavrayabilmiştim.

Notalarda hiç olmadığımız kadar iyi gidiyorduk. Besteyi yaşıyorduk. Duygularımız, nefes alış verişimizi ve bedenimizi esir alan bir parçaydı. İkinci kez gelen röpriz benzeri başa dönme ile tekrar çalmaya başladık en sevdiğim kısım olan baş parçayı tekrar tekrar çalmak hoşuma gidiyordu. Bunun kesinlikle çok iyi avantajları vardı. 

Yaklaşık üçüncü dakikasına yeni varabilmiştik. Tahmini beş dakikamız vardı. Gittikçe yumuşayan eser ilk defa dinleyen seyircelere sakinleştiğini düşünse de her seferinden o kaba tarafına tekrar geri dönüyor sonrasında sizi bir dönemeçle karşılayan bestelerin arasına bağlıyordu.

Ellerimiz artık acımaya başlamıştı. Bir prova için olabildiğince fazlaydı. 

Tekrar basa döndük.

Tırnaksız parmaklarım acımaya başlamıştı onun ise sırtının ağrımaya başladığını düşünmüştüm. Bu üçüncü röprizden gelen sonra notalar biraz olsun hafifletmişti. Bileklerimizin sona kadar dayanmasa için dua ederek altıncı dakikaya girdik. 

Bu  bestenin bana hatırlattığı tek bir şey vardı. Piyona dahisi Amor. 

Bu nota kağıdının her yerine sanki onun adı mimlenmişti. Görünmezdi,  algılanamazdı. Sadece duyulabilirdi. Sadece benim tarafımdan.

Bu ise kendime ait olan en iyi şeylerden biriydi. Son bir kez piyonanın en ince notasından en kalın notasına dokundu ve o klasik melodiyi tekrar çaldı. Bu sefer daha kalın notaları benimsemişti. Sonunda basabileceği en kalın notaları seçerek elini onlara değdirdi. Ve bitti.

Alnımda ki teri silerek ona baktım "Sanırım iyi iş çıkardık"

"Bir düelloya var mısın?"

"Nasıl bir düello olduğuna bağlı"

"Kim Rush E'yi daha iyi çalacak düellosu"

"Ama senin elinin altında piyona var. Bu ağaçla yapmak ne kadar zor biliyor musun?"

"Senin gibi bir virtüöz için zor olmasa gerek. Yoksa bir dakika. Sen virtüöz değil misin!"

"Öyleyim ve kabul ediyorum. Önce kim?"

"Hanımlar önden" dedi ve bacak bacak üstüne atarak beni izlemeye başladı. Arkasını piyanoya vermişti. 

75 hız metronom ile başlamıştım. Mi notaları elimden kayıyordu. Staccato tekniği ile çaldığım için ekstra zor geliyordu. Mi notaları bitti ve ben hızlanarak 108'e çıktım. Tekrar mi notaları ile boğuşurken o bana gülüyordu. Az sonra başıma geleceğe gülüyordu. Daha başıma gelmeyen bir şey için gülmek ne büyük düş kırıklığıydı. 137'e çıkarak bende ona gülümsedim. Bu gülümseme daha her şeyin başlangıcıydı. 160'a çıktım. 

Bu sefer klavyeye değil ona bakarak çalıyordum. Yüzünde ki gülüş yavaştan solmaya başlamıştı.  170'e tırmandığım zaman yüzümde ki zafer gülüşüyle ona baktım. Sonra teker teker 180'e çıktım. 180'le baştan aldım ve ona baktım. O da gülümsüyordu. Son arşemi çekerek ona baktım ve onun çalmasını izledim.

Akışkan bir şekilde notaları bıraktı. Ne olacağını ikimizde tahmin ediyorduk. Elleri mi notasını buldu ve ritmik bir şekilde çalmaya başladı. Beyni hem nasıl metronom tutup hemde notaları sayabiliyordu. Hızlı  bir şekilde 140'a çıkmıştı. Tabi ki çıkacaktı. Piyona kemandan daha kolaydı. 180'e çıkmaya çalıştı. Çıktı da. Tam 190'a geçeceği sırada metronomuna uyarak onun yanına geçtim ve kemana var gücümle asıldım.

Bitti 200'e çıktı. O bana gülümsedi bende ona gülümsedim beraber harika bir şekilde en zirveye ulaşmıştık. Kendi yorumumu katarak çalmaya işte o anda başladım. Onun harika bir şekilde metronoma ve notalara sadık kaldığı iyi çaldığı anlamına gelmiyordu. Onu bozmak için her kurnazlığı yaptım. Yapsam bile gülümseyerek karşılık verdi. 

O yapmaya çalıştığı zamanlarda ise gülerek bende ona karşılık verdim. Artık keman çenemde titriyordu. Az kalmıştı. Buradan yukarısına elimizde bulunan metronom yetmeyeceği için enstrümanlara özel olan süsleme tekniklerini kullanıyorduk. 

Bu da işimizi daha fazla zorlaştırıyordu. Sonuçta piyanist birisine vibrato yapması gerektiğini söyleyemezdiniz. 

"Tamam bu kadarı yeter sen kazandın!" dedi durarak

"Bu kadar çabuk pes edebileceğini söylememiştin"

"Kimse kolay yenileceğini rakibine söylemez"

"Yani rakibiz"

"Bir kaç kez aynı safta bulunduk ama düşmanda değiliz"

"Öyle mi?"

"Öyle siyah kuğu"

O mektup

"Bir dakika"

"Evet?"

"Siyah kuğu?"

Gülmeye başladı "Sana tek siyah kuğu diyenin ben olduğumu düşünmüyorsun herhalde"

"Yani ben öyle olduğunu düşünüyordum"

"Kuğu Gölü performansımızdan sonra sana bilmesen bile bu lakap takıldı sadece kimse sana böyle seslenmiyor"

"Niye ki?"

"Çünkü senin şahane bir adın var sevgili Opia Allen"

Opia anlamı, bir insanla göz göze bakışmanın verdiği yoğun his demek.

Adımın anlamını ilk defa yaşıyordum. Mavi gözlerine ilk defa bu kadar yoğun bakıyordum. İlk defa bir okyanusta kaybolmak istediğimi hissettim.

Gözlerime bakıyordu.

Siyah, kömür rengi gözlerimin içinde yandığını hissediyordu.

Beni sevmeyen bir okyanusta kaybolduğumu hissediyordum.

Kemanımla olduğum yere mimlenmiştim. 

"Teşekkürler" dedim gözlerimi kaçırmadan.

"Ve sevgili Amor Foster seninde harika bir adın var" diye ekledim.

Amor anlamı, aşırı sevgi bağlılık duygusu.

Ona gülümsedim. Bedenimi parçalayacakmış gibi atan kalbimi sakinleştirerek kemanımı geri topladım. Notaları ezbere bildiğim için notaları ona bırakarak oradan çıktım.

Koridora çıktığımda yüzüme basan ateş sonucunda saçımı toplamak zorunda kalmıştım. Geldiğim gibi zıplayarak odama döndüm.

Kuğu GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin