On beşinci bölüm.
Derin bir nefes aldı Müjgan. Biricik abisine Kutay'la sevgili olduklarını söyleyecekti. Cihangir'in bağırıp çağırmayacağına adı kadar emindi. Çünkü bundan önceki ilişkilerinde de bağırıp çağırmamıştı, sadece dikkatli olması konusunda uyarmış ve gözlerini onların üzerinden ayırmamıştı.
Bunlara rağmen yine de geriliyordu Müjgan. Abisi her halükârda onun destekçisiydi, isterse dünyanın en kötü olayını yapsın yine de karşısına oturup konuşurdu. "Ben bardakları götüreceğim sen de cam demliği getir," Sude ablasının dediğini onayladı. Müjgan, bacaklarının üstündeki tepsiye dikkat ederek mutfaktan çıkıp salona ilerlediği sırada gerginliğini atmak adına derin nefesler alıp veriyordu ama nafile!
Salona girmesiyle bülbül gibi şakıması bir oldu. "Bademci kardeşler için terapi saatiii!" Müjgan'ın şen şakrak hali Cihangir'in dikkatini çekti. Son zamanlarda kötüydü. Durmadan keman çalıp odadan fazla dışarı çıkmamıştı, sonra da bir anda yüzünde güller açmaya başlamıştı. "Nereden çıktı bu terapi saati?"
Abisinin kaşlarını çatmış anlam vermeye çalışarak etrafa bakan yüzüne baktı. "Teyzemler gitti ya, bir terapi saati yapalım dedik," abisine onun ait olan siyah yazılı olan kupasını uzattı. Evde herkesin kendine ait kupası olurdu. Sadece bir tane değil bir sürü. Hatta mutfak dolaplarından sadece bir tanesi ağzına kadar kupa doluydu. Herkesin kendine ait rafı vardı ve kimse kimsenin kupasını kullanmazdı.
"Malum teyzemler bütün pozitif enerjimi sömürdü," dedi Sude.
"Ne çayı bu?"
"Papatya," dedi bütün sakinliğiyle Müjgan.
"Bir şey olmadığına emin misiniz?" gözleri iki kardeşinin arasına gidip gelmişti. Papatya çayı sakinleştirirdi, gerginliği alırdı. Müjgan, Sude ve Cihangir aile üyelerine bir şey söyleyeceği zaman hep papatya çayı yapardı. Bu kendilerini bildi bileli böyleydi. "Eminiz abi, sen de," dedi gözlerini devirerek. Yapmacık gülümsemesini yüzüne takınıp elindeki kupayı abisinin gözüne sokmak istercesine göz hizasına kaldırdı.
Cihangir, kardeşinin uzattığı kupayı aldıktan sonra koltuğun koluna koydu. Ne kadar yok dese de bir şeyler olduğu belliydi ve birazdan dökülecekti.
Müjgan ve Sude abisi kaşlarını çatınca bazen korkarlardı. Esmer teni ve sert yüz mizacı karşıdan sert biri olduğunu gösteriyordu. Bunun üstüne bir de çatık kaşlar eklenince korkunç biri oluyordu. Aslında yufka gibi yüreği vardı Cihangir'in. Hele kardeşlerine ve sevgilisine karşı daha bir başkaydı.
Sude her zamanki ikili koltuğuna oturup ayağını uzattığı sırada Müjgan da bacaklarındaki tepsiyle Sude'nin oturduğu koltuğun hemen boş kısmına geçti. Kupasından bir yudum alırken Sude sadece onun duyacağı şekilde fısıldadı. "Söyle artık abla."
Kupasını dudaklarından bir saniye olsun ayırmazken kirpiklerinin arasından abisine baktı. "Kupasını yarılasın öyle."
"Adamın sizi ayıracak hali yok," geri doğru yaslandı Sude. "Senin için söylemesi kolay tabii."
Abisinin 'anlat artık' der gibi bakan gözlerini gördüğünde bakışlarını anında kaçırdı. "Korkanın çocuğu olmazmış," dedi içinden. Kendi kendine biraz daha gaz verip abisine konuyu açmadan önce son kez baktı. Elindeki kupayı tepsiye koyduktan sonra gülümsemeye çalıştı. "Abi biz Kutayla sevgiliyiz," deyiverdi bir anda.
Cihangir kardeşinin dediğine yarım ağız güldükten sonra elindeki kupayı koltuğun koluna koydu. "Teyzemler yok artık, ne sevgililiği güzelim?" son derece masum olduğunu düşündüğü bakışını abisine yolladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUÂŞAKA
ЧиклитHâlâ kolları boynundayken kendini geri çekti. Deniz kokusunu uzun uzadıya ciğerlerine hapsettikten sonra gülümseyerek Kutay'a baktı. Kahveleri adeta parlıyordu, ışığa bile gerek yoktu. Onun gözlerindeki ışık yeterdi. Kutay, sağ avucunu Müjgan'ın ka...