coffee issue

143 8 54
                                    

Bazı geceler bir fincan kahve ağır gelir kişiye. Kahve içmektense ölüp gitmeyi yeğler fakat o kahveyi içmeye devam eder. Biz buna umut diyoruz. Eğer ki kişinin içinde bir umut kırıntısı olmazsa yaptığı kahvenin soğumasını umursamadan gider kendini asar. Fakat umut öyle bir şey ki... Ne kadar ölmeyi düşünürseniz düşünün, ne kadar kahveyi bırakmayı düşünürseniz düşünün içinizde bir umut kırıntısı dahi olursa bırakmayı düşündüğünüz şeyler sadece düşünce olarak kalır. Kahve içmek ağır bir şeydir. Herkes usulüne göre içmez kahveyi. Bazıları soğumasını bekler, bazıları bir şey düşünmeden içer, bazıları ise keyfi olarak içer kahveyi fakat bazıları vardır ki; kahveyi hayat gibi düşünürler. Bu paragrafta da bahsetmek istenilen şey kesinlikle kahve değil, hayattır. Bir fincan kahveyi hayat gibi düşünmenizi istiyorum sizlerden. Ölmeyi düşünen birinin içinde eğer ki hâlâ bir umut varsa yaşamaya bir şekilde devam eder. İyi ya da kötü. Fark etmez. Yaşamaya devam eder. Siz kahve acıysa içmeyi bırakıyorsanız bu sizin suçumuzdur. Hayatın acı ve tatlı yönleri vardır. Mutluluğun ardından acı da gelebilir acının ardından mutlulukta gelebilir. Bu hayatın şartıdır. Yaşamak istiyorsan uçurumun kenarında dahi olsan içindeki umut ışığını yakmaya devam etmelisin. Peki ya umut ışığı sönenler ve kahveyi yine de bırakmayanlar? Onların hayatlarında birileri vardır. İyilik melekleri. Onlar, umut ışığı sönen kişinin umut ışıklarını tekrardan yakmaya çalışırlar. Tamamen umutsuz olan kişi bir süre sonra umut denen kelimenin kıvılcımlarını görür ve en azından kahve içmeye devam eder. Hayat budur. Bazıları pes edip giderken bazıları yaşamak için savaşmak zorundadır. Sizde savaşanlardan olun. Bu hikaye pes etmeyi düşünen günahkar insanlarla dolu, siz, ben ve yazdığımız bu hikayedeki karakterler... Hepsi bir kez olsun pes etmeyi düşünmüş fakat pes etmemiş kişilerdir. Siz siz olun kahveniz ne kadar acı olursa olsun kahveyi bırakmayın. Kahveyi içtiğiniz fincanda zorlanıyorsanız başka bir fincan kullanın. Yaşayan ölülerle dolu olan bu bölüme hoşgeldiniz sevgili okurlarım. Geçmiş hayatımız geleceğimizi bağlamaz, geçmişte içtiğimiz kahvenin tadı şuan ki ile aynı değildir. Fakat o tadı değiştirmek sizlerin elindedir. Tekrardan hoşgeldiniz yaşayan ölüler diyarına. Burası geçmişe giriş kapısı. Yaşayan ölülerden, yaşayan insan olan umutla filizlenen renkli kelebeklere;

•••







"Geldik, hadi in Minho"

Hyunjin'in dediği cümle ile Minho kendine gelmiş ve başını camdan çekip kapıyı açmış arabadan inmişti. Yağmur yağıyordu. Umursamadı. Hyunjin de indi araçtan ve aracı kilitledikten sonra sırtındaki çanta ile Minho'nun yanına adımladı. Ayağı hâlâ ağrıyordu ve tam üstüne basamıyordu.

Hastane bahçesinden hastane binasına doğru ilerlemişlerdi. Binanın girişine geldiklerinde ise Minho telefonunu çıkartıp sevgilisini aradı. Neyseki çok geçmeden açmıştı telefonu Jisung.

"Sevgilim, kafeteryada mısınız yoksa yoğun bakımın önünde mi?"

Sesi her ne kadar yorgun çıksa da Jisung'la konuşurken içinde bir rahatlama oluyordu. Hyunjin de bunun farkındaydı bu yüzden gülümsemişti arkadaşına.

Minho Jisung'la konuşmayı bitirdiğinde telefonunu kapatmış ve Hyunjin'e dönüp;

"Jeongin, Jisung ve Felix kafeteryada oturuyormuş diğer ikisi yoğun bakımın önünde oturuyorlarmış"

Demişti. Ardından ise ikisi de kafeteryaya gitmeye karar vermişlerdi. Minho Hyunjin'in ayağının üstüne basmakta zorlandığını fark edince arkadaşının koluna girdi ve biraz olsun yardımcı olmaya çalıştı.

Fire Of Love - Minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin