Gece Gelen Misafir

499 70 281
                                    

  "...Kadın, yüzlerce yıldızını hapsetmişti adamın kalbine. Adam plastikle çevrelemişti kalbini, olurda bir gün erirse, sevdiği kadının yıldızları kaybolmasın diye."

"Ne güzel bir son." diye düşündü Gece okuduğu kırmızı kapaklı kitabını kapatırken. Derince iç çekip oturduğu sandalyesinden kalktı, uyuşuk adımlarla penceresine yöneldi.

  Dışarısı zifiri karanlıktı, yağmur çiseliyordu. Sonbaharı sevmezdi genç kız. Islanmaktan da nefret ederdi. Ona hüznü çağrıştırırdı. Elini ince damlaların kapladığı penceresine koydu. Fazlasıyla soğuktu. Cama çarpan ıslak sıvının üzerine yerleştirdi parmağını. Yavaşça süzülen damlaya gideceği yere kadar eşlik etti.

  "Ne zaman?" diye sordu kendi kendine. "Ne zaman hayatımı yoluna koyacağım? Ne zaman birinin kalbine dokunacağım?" dedi.

  Telefonunun çalması tüm bu düşüncelerden uzaklaştırdı genç kızı. Ayaklarını yere sürterek yatağına doğru yöneldi. Arayan patronuydu, "Yarım saat sonra, RedLack Bar'ın arkası, mavi montlu çocuk." genç kızın bir şey demesine fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattı patronu.

Gece, büyük bir kartelin vazgeçemediği küçük kristaliydi. Ona bu ismi patronu vermişti. Paraya ihtiyacı vardı, bu işe onlu yaşlarında başlamıştı. Patronuna çok şey borçluydu. Şimdi ise ne kadar istese de bir türlü bu işten kurtulamıyordu.

  Patronunun hiç çocuğu yoktu. Gece'yi kendi kızı gibi görüyordu lakin konu iş olunca elinin altındaki herkes onun rahatlıkla harcayabileceği birer piyonuydu. Kartellerin ve narkotik şubenin oynadığı bu satranç oyununda, patronu piyonlarını yem etmekten çekinmezdi, genç kız bunu çok iyi biliyordu.

Gideceği bar evinin iki sokak ilerisindeydi. Genç kız telefonunu arka cebine sıkıştırdı. Yerde duran kıyafet birikintisinin içerisinden rastgele bir kapüşonlu alıp hızlıca üzerine geçirdi. Eskimiş, çürük tahta kapısının arkasında bulunan askılıktan da şapkasını alıp başına taktıktan sonra ayakkabılarını giyip eskimiş, küçük evinden çıktı.

Gece'nin oturduğu mahallede insanlar pek fazla dışarı çıkmazdı. Sessiz, sakin, samimi ve bir o kadar da yasa dışı işlerin döndüğü karanlık bir mahalleydi. Polislerin uğrak mekanıydı Yılmaz Mahallesi. Adını Beton Rıza olarak bilinen, Ali Rıza Yılmaz'dan alırdı. Neredeyse her gün düzenli olarak çeşitli mekanlara baskınlar yapılır, onlarca kişi bir gecede gözaltına alınırdı.

Gece, her defasında bu baskınlardan ustalıkla paçasını sıyırabilen nadir kişilerden biriydi. Bugüne kadar hiç yakalanmamış, sicili temiz kalmıştı. Patronunun gururuydu. Bu, kız için büyük bir onurdu.

Mahallede herkes severdi genç kızı. Kimsesi olmadığı bilindiğinden ellerinden geldiklerince sahip çıkmaya çalışırlardı. Gündüzleri köfteci Hasan Usta'nın çırağı, geceleriyse Beton Rıza'nın zehir saçan meleği olurdu. Kazandığı üç kuruşla da kirasını öder, karnını doyurmaya çalışırdı. Gece, hayatı boyunca hep pembe gözlükleriyle bakardı gri dünyaya. Bu onu ne kadar yorsa da, mecburdu. Hiçbir zaman pes edemezdi. Hem, zorluklarla savaşmayı severdi. Basit zaferlerden nefret ederdi.

Gecekondudan bozma evinin demir kapısına geldiğinde başını yağmurlu göğe kaldırdı. Yüzüne damlalar çarparken, soğuk havaya karışan ıslak asfaltın kokusunu çekti içine. İğrenerek yüzünü buruşturdu. Bir kez daha gezindi damarlarında yağmurun nefretini. Esen rüzgar kırbaçlarken kızın tenini başını gökyüzünden yere indirdi. Yüzünü ıslanmaktan koruyan şapkaya minnet ederek kendisine bahşedilen vazife için, karanlık sokakta yürümeye başladı.

Kaldırım kenarlarından asfalta taşan sarı yaprakları çamurlu ayakkabısıyla basarak kirletti. Çiseleyen yağmur çoktan yaprakları yere yapıştırmıştı. Üzerlerine bastıkça çıkan hışırtılı ses kulaklarını tırmalayamadığı için mutluydu genç kız. Yağmurun gürültüsü ona yetiyordu.
Bara yaklaştığında karnından yumruk yemiş gibi bir ağrı saplandı genç kıza. Kalbi ağzında atıyordu.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin