Frank-N-Furter'a ve Fadiska'ya bolca sevgiler...
♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆♆
Can, öfkesini kontrol altına alabilmek için sakince ayağa kalktı. Parmakları titriyor, Hipokrat'ın yedi ceddine sövüyordu. Düşünceleri birbiriyle çarpışıyor, zihni giderek arapsaçına dönüyordu. Usul adımlarla çalmaya devam eden pikabın yanındaki yıllanmış viski şişesine yöneldi. Dizili bardaklardan birini eline aldı.
İnce bardağa ağır bir kadeh viski doldurdu. Koyu renkli sıvı, bardağın içinde dönüyordu. Gözleri koltukta oturan kadına kaydı. Eva, sessizce doktoru izliyordu. Can'ın bu halleri onu şaşırtmıyordu. Herkesin kendi baş etme yöntemi vardı. Can'ınki ise o bardakta saklıydı.
Bardağı dudaklarına götürdü, acı tat dilini yakarken bir yandan kafasındaki kargaşa hafiflesin diye bekledi. İçinde biriken isyan, çaresizlik, viskinin yakıcı tadıyla birleşip bir anlık rahatlama getirdi. Yine de yeterli değildi. Hiçbir viski, kadının kendini mahvedişini izlemeyi kolaylaştırmıyordu. Ellerini cebine soktu, gözlerini kaçırdı.
"Her şey düzelecek, değil mi?" diye mırıldandı Can, ne kadına ne de kendine gerçekten inanarak. Sesindeki umut, gerçeği saklayan ince bir perdeydi.
Eva, yüzünden silmediği zorlama gülümsemesiyle karşılık verdi. "Elbette." dedi, ikisi de bunun bir yalandan ibaret olduğunu biliyordu. Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Sözlerin aldatıcılığı ortadaydı, hiçbir şeyi çözmüyordu.
Can, bardağındaki sıvıyı birkaç yudumda içip, tozlu şişeyi tekrar eline aldığı sırada odayı, telefonunun titrek melodisi kapladı.
Kadehi ve şişeyi pikabın yanına bıraktı, elleriyle gözlerini ovuşturdu. Derin bir nefes aldıktan sonra cebinden telefonunu çıkardı. Arayan bilinmeyen bir numaraydı. Gözlerini kıstı. Ekrandaki numaraya odaklanarak telefonu açtı.
"Gece'yi bulduk!" dedi heyecanlı, genç bir erkek sesi. Net, kısa ve rahatlatıcı bir cümleydi.
"Ne? Nerede?" diye sordu doktor, sesi kontrolsüz bir şekilde yükseldi. Yarı mutluluk, yarı korkuyla yanıtını bekledi. Devamında ne olacağını kestiremiyordu. Ya da kızın nerede olduğunu. Belki de bir morgdaydı? Bunu Ege'ye nasıl söyleyebilirlerdi ki?
"RedLack Bar." dedi çocuk, sesindeki güven, emin olduğunu gösteriyordu. "Orada olduğunu söylediler."
Genç çocuk, Ege'nin küçük arkadaşlarından biriydi. Patlama gecesi, fabrikanın yerini söyleyen de yine oydu. Bukleli oğlan, sokaklarda yetişmiş çocuklara sahip çıkar, arkalarını kollardı. Eva ve Can'da, Ege'ye yardım ederlerdi. Çocuklar da bu iyiliğin karşılığında güvercin olur, haber uçururlardı.
Can, elindeki telefonu sıkıca kavrayarak başını salladı. "Tamam... Tamamdır, görüşürüz." diyerek aceleyle telefonu kapattı. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Eva'ya dönüp, "Gece'yi bulduk." diye mırıldandı, zihni çoktan başka bir yerdeydi. Vücudu harekete geçmeye hazır, kasları gerilmişti. Ege'ye söylediklerinde saçma sapan bir duruma düşeceklerinden, götlerini bu defa kurtaramayacaklarından endişe ediyordu.
Telefonunun titrek sesi ikinci kez doluştu odaya. "Bu defa kim?" diye sordu Eva, büyük bir merakla ayağa kalkarak Can'ın yanına geldi. Ekranda peri kızının ismi yanıyordu. "İlayda?" diye açtı telefonu heyecanla. Kalbi çarpıyor, karnına ağrılar giriyordu. "Can!" Ege'nin neşeli, yüksek çıkan sesi doktoru ne kadar hayal kırıklığına uğratmış olsa da iyi haberi vermek için mükemmel bir zaman olduğunu düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REQUIEM
Narrativa generaleRüyamıza bir ağıt yaktım. Sonra seni kurtardım, ardından kendimi astım. ♆ Gök, yere düştüğünde vaat edilen cennet boğulur altın çocuğun dolmayan denizinde. Yaralı hayalperest doğar sabah yıldızının güneşinde. Kendi acısından zevk alarak oynar trag...