Çek bir sandalye, anlatacaklarım var uzun uzun. Mumları yakalım, gül yapraklarının süslediği masamız aydınlansın, gölgeler dans etsin fısıldar gibi. Bedeni olmayan düşlerin ağlarla çevrili incinmiş kalbine işlenen acılara tepeden bakar altın çocuk. Bilmez onu kimse, hep saklanır göklerdeki vadide. Üzerine diker yalanlara inanan delirmiş parçalarını. Her yeni gün zor savaşların ardından kazanılan zayıf zaferlerinin sonu yoktur belki de.
Kırmızı bereli Noel Baba'nın sokak dâhisi pandomimcileri tanıştırdığı palyaçoydu altın çocuk, mutlu maskesinin ardına sakladığı hüznüne gözyaşı eklenmesi gereken. Randevusu var kristal Vudu bebeğiyle. Okyanusun bittiği yerde, yıldızların ağladığı sahilde, zalimlerin içinde, kor ateşlerle sarıyor yaralarını, bebeğin kalbini fethetmenin verdiği cılız ümitle.
♆
Kutsal Ana'nın emriyle can verdi genç adama ihtiyar söğüdün gözyaşı. Alnında biriken ter damlalarının oluşturduğu tomurcuklar ince bir yol çizmeye başladı çenesine doğru genç doktorun. Ameliyat masasında uzanan dostuna baktı gözünün ucuyla. Defalarca kez başını büyük belalara sokmayı başarırdı benzi solmuş bukleli adam. Sayısını hatırlamayacak kadar da bedeninde kalıcı izler bıraktırırdı. Böylelikle maceralarının hikayelerini vücuduna ilmek ilmek işlediğini, onları ölümsüz kıldığını söylerdi hep. Ve her defasında, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip gelirken soluğu genç doktorun yanında alırdı.
Bazen adamın, kendisinden nefret ettiğini düşünürdü doktor. Zira dostu, rüzgar gibiydi. Ona bir gün Poyraz olur soğuk, ertesi gün ise Samyeli'ne dönüşür sıcak eserdi. Açıkçası çok da umurunda değildi Can'ın. Genç adamın küçük bir çocuktan farkı yoktu gözünde. Hiç var olmamış kardeşi gibiydi.
Defalarca kez genç adamı ölümün soğuk pençelerinden çekip almıştı doktor. Adına 'Kakafonik Harmoni' dediği yüzlerce kez denediği başarısız intihar girişimiydi belki de sarı bukleli adamın yaptığı. Her intiharı bir sonu getirmemiş, her denemesi bir hikâye doğurmuştu. Ama bu sefer... Bu sonuncusu... Bir başkaydı.
Ege'nin arka bahçesindeki ormanlığa gizlediği mezarlıktan haberleri vardı. Doktoru ilk kez saklı dünyasına götürdüğünde üç, beş mezar olmasına rağmen arazinin tamamı neredeyse boştu. Genç adam, elini beline koyup gözlerini kısarak baktığı boş araziye "Derdim çok be üstat. Burayı doldururken bütün bu mezarları kim kazacak?" demişti, dirseğini Can'ın omzuna yaslayarak.
Doktor, hafızasında canlanan anıyla hafifçe gülümsedi maskesinin ardından. Orada yatanların her biri fani dünyanın gerçek pislikleriydi. En derin karanlığın içerisine saklanmaya çalışan aciz ruhlardı. Tecavüzcüler, katiller, karteller, anarşistler, pedofililer, bölücüler, mafya kılıklı serseriler ve daha niceleri...
Genç adam tanrısının cennetine gidemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle kifayetsiz ruhların ölü bedenlerini kullanarak kendi elleriyle süslüyordu. Azap günü gelip çattığında sonsuz gazabının lanetini üstlerine yağdıracağı zamanı dört gözle bekliyordu. Yani, en azından adam gözlerinde parıldayan ateşle doktora böyle derdi.
Can, genç adamın göğsüne açılan deliklerin sonuncusunu kapatmak için elindeki portegüye yerleştirdiği iğneyi dik bir şekilde deriye batıracakken küçük bir el doktorun bileğinden tuttu. "Ben yapacağım." dedi Gece, cılız fakat kararlı çıkan sesiyle. Doktor tedirgin bakışlarını kıza çevirdi. "Emin misin?" diye sordu, zira genç kızı tanımıyor ve Ege'yi böylesi bir riske atmak istemiyordu.
Gece, başını sallayarak, "Ona söz verdim." dedi fısıltıya yakın bir tonla. Can, genç kızın arkasında duran Eva'ya baktı. Kadın onay verircesine gözlerini kırptıktan sonra elindeki portegüyü dikkatlice bırakarak "Pekala, hanımefendiyi hazırlayın." dedi adam, yanında bulunan sarışın hemşireye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REQUIEM
Aktuelle LiteraturRüyamıza bir ağıt yaktım. Sonra seni kurtardım, ardından kendimi astım. ♆ Gök, yere düştüğünde vaat edilen cennet boğulur altın çocuğun dolmayan denizinde. Yaralı hayalperest doğar sabah yıldızının güneşinde. Kendi acısından zevk alarak oynar trag...