Çöldeki Gül

84 5 52
                                    

Adil olmayan tanrının ilahi huzurundan koparıldığında, gün batımının ışıklarını çalarak, buklelerine saklar altın çocuk. Akheron'un* karanlık ırmağının kenarında, palmiye ağaçlarının altında, yitirilmiş masumiyetinin ağırlığıyla, çaresizlik içinde, incelikle süzülen gözyaşları bir köpeğin sessiz duası gibi yere düşer. Varlığı, isyanla yoğurulmuş kadından yardım dilenir. Tanrının evlatları onu, ruhu ölü bir fahişenin, kovulmuş oğlu olduğuna inanır.

"Karanlığın Leydi'si..." der, Kutsal Ana'ya ihanet eden bir evladın titrek sesiyle. "Aşağılanmamı gör, gitmeme yardım et! İntikam için yanan ateşinle beni özgür kıl..." aciz duası, uçsuz bucaksız boşlukta yankı bulur. Ve o yankı büyüyerek, sonsuz gecenin ortasında Lilith'in kulağına ulaşır.

Kadim ve yasaklı olan, ne iyiliğin ne de kötülüğün safında duran, unutulmuşların anası, gözlerini çocuğun acısına çevirir. Onun kederinde, evrenin ilk günahını görür gibi, varoluşun lanetiyle bağını hisseder, kabul eder çağırışlarını.

İsyanın Anası'nın yüreğinden damlayan puslu gözyaşının yağmuru iner gökten, hiçliğin, ıssız sınırlarına. Çölün uçsuz bucaksız sessizliğinde, kızgın kalbinde bir gül goncası olarak filizlenir bukleli oğlan. Terk edilmişliğin ortasında, kaderin el değmemiş yansıması, kaybolmuş bir dua gibi yalnız başına kalır.

Kavurucu sıcak, dondurucu soğuk ince bedenine işkence çektirir. Yağmuru düşler zavallı gül bir damla su için. Ateşi düşler bir an önce kayıp ruhlara karışmak için. Aşkı düşler, gizli bir yüreğe ait olmak için ve yalnızlığı uzun sürmez. Geceyi aydınlatan göğün altında, ezeli çölün bekçisi, gülün parıldayan cazibesine vurulur. Sıcak ve sonsuz kumların hüküm sürdüğü toprakların sessiz bir gölgesidir.

Büyük, keskin kulakları başının iki yanında gururla yükselir, hem avının en ufak hareketini hem de uzaklardan gelen çöl fırtınalarının fısıltısını işitir böylece. Gözleri ise derin bir zekayla parlayan kehribar rengi, gece vakti alevlenen birer kor gibi parlar ve gördüğü tek şey büyülü gülün daha açmamış görkemli, kızıl yapraklarıdır. Solgun kumun rengini almış kürküyle, çölün kalbine ait bir hayalettir adeta.

Minik patileriyle, kumun sıcağında iz bırakmadan hafifçe süzülür, tatlı kokusuyla sarhoş olduğu sevgilisinin yanına. Kervan develerinin dolaştığı uçsuz bucaksız toprakların ardındaki çarşı pazarlarında gördüğü paha biçilemez ipek, renkli, saten şallardan daha eşsizdir, hiçliğin ortasında yeşermiş küçük gonca.

Tilki, asi ruhunun kaderi olan avcı değil, zarif prensesini koruyan bir prenstir artık küçük sevgilisi için. Sayısız yıldızın gökyüzünde mücevher gibi parladığı o sonsuz gecede, çölün soğuk nefesi kumların üzerinden geçerken, narin gülün titreyişi, içini sızlatır.

Tenini soğuktan korumak için kabarmış, yumuşak kürküyle, gülün zarif yapraklarına doğru eğilir. Gözlerinde gece kadar derin bir sakinlik, yüreğinde sıcaklık vardır. Tilki, sessizce goncasının yanına kıvrılır, ince vücudunu nazikçe onun çevresine sarar. Kuyruğunu büyük bir battaniye gibi açarak, gülü soğuktan korumak adına etrafına dolandırır.

Nefesi, geceyi yararak hafifçe sevgilisinin üzerine düşer, sanki onun üşüyen varlığına can veriyormuş gibi. Yıldızlar yukarıda hala parlamaya devam ederken, tilkinin sıcaklığı, çölün unutulmuş soğuğuna karşı bir barınak sunar.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin