Tragedya

205 11 95
                                    

Gök, yere düştüğünde vaat edilen cennet boğulur altın çocuğun dolmayan denizinde. Yaralı hayalperest doğar sabahyıldızının güneşinde. Kendi acısından zevk alarak oynar tragedyasındaki mükemmeli, en ön sıralara dizilmiş tanrılar karşısında. Savurur buklelerini gururla. Alkollü gecelerin uyuşuk tanrıları önyargılarıyla yüceltir hayalperestin gösterisini. Ortasına gelir sahnenin, selamlar kendisini kanatsız bırakan, yüzsüz tanrılarını. Seyircisinden akan birkaç damla gözyaşı takdir etmeye yeter mi çocuğun *melodramını?

  Alayla gülümser hayalperest. Çıkarır belindeki parlak metal tabancayı, tutar namlusunu beceriksizler ordusunun üzerine. Bir salıncak girer sahneye, çıkar çocuk iplerle bağlı ince tahtanın tepesine. Salıncakla yükselir kıvırcık oğlan "Hayaller..." der ayakta ileri geri sallanırken. Spot ışığı üzerine vurmuş, arkasında kan kırmızısı perde açıktır sonuna kadar, altın çocuğun gülümsemesi genişler, kaplar yüzünü, gamzelerinin derinliğine gömer tanrıları. Tabancasını yukarıya kaldırır, tehdit edercesine yerdeki tanrılar sürüsüne bakar "...bedava değil." der kahkahasını yükseltirken.

  İki el ateş sesi gelir. Perde kapanır, önünde altın çocuk, elindeki tabancasının namlusundan çıkan beyaz gül düşerken boyanır kızıla, kalbinde tanrılardan gelen serseri kurşun sızısı, içinde söyleyemedikleri, aklında kendisine dahi itiraf edemediği sevdiği...

  Sırıtırken zorla selamını verir hainlere, bedenini sarkıtır geriye, ayağı takılır ince tahtanın ipine, sallanır göklerde. Kendisinin duyacağı bir sesle "Hayat yetişkinler içindir..." der, ağzında biriken kanı yutar "Çocuklar için değil." iki cümlelik kısa ağlatısının ardından yumar gözlerini, kalkar karanlık meleğiyle son dansına. Ölüm valsı, işte bu kadardı altın çocuğun tragedyası.

  Titreyen eller... Derin, sıkça alınan kesik nefesler... Bulanık bir zihin, öfkeden dolmuş, kızarık gözler, dağınık bukleler... Can, karşısında duran adamdan yükselen kilise çanlarını duyuyordu. Bu kendisi için pek hayra alamet değildi. Genç adam, kolundaki serumu çıkartarak, düzensiz adımlarını dostuna doğru atarken, doktor istemsizce geriledi. "Ne demek..." dudakları yukarı kıvrıldı, fısıldarcasına "...gitti?" diye sordu Ege kaşlarını kaldırarak, korku dolu gözlerle kendisine bakan arkadaşına.

  "B-ben..." Can, ellerini kaldırdı adamı engellemek istercesine. Genç adam, başını yana eğerek "Sen, sen, sen..." gözlerini devirdi "Ne sen?" diye sordu. Aralarındaki mesafe ortadan kalkmış ayak parmakları birbirlerine değiyordu. Ege, elini arkadaşının omzuna sakince koydu. Başını tavana kaldırıp, düşünceli bir edayla derin bir nefes aldı. "Sanırım suçsuzum diyeceksin. Değil mi?" diye sordu doktora, sesindeki sakin tını, içinde kopan fırtınayı saklayamıyordu.

  "Ege, yemin ederim kahve al-" dudağının üzerine kapanan parmakla sözü yarıda kesildi doktorun. "Şşt..." diye susturdu Ege. Genç doktorun kulağına yaklaştı, sessizce "Bir kıza sahip..." fısıldadı. Hafifçe dişlerinin arasına aldı Can'ın kulak memesini. Boğazına doladı uzun, ince parmaklarını, nefes alabileceği derecede sıkarken arkadaşının zarif boynunu "...çıkamıyor musun?!" diye bağırdı. Bukleli adamın hiddet dolu haykırışını, arkasında parlayan şimşek aydınlattı. Sanki evren, onun öfkesiyle parçalanıyordu.

Can'ın kulağında uğuldayan çınlama, bedeninin sol tarafını uyuştururken, Ege'nin parmakları daha da sıkılaştı. Can, Ege'nin gözlerine kilitlendi. Celladı olacaktı arkadaşı. Doktor zar zor aldığı nefesler arasından çıkan sesiyle "Tanıştığımız gün gibi bakıyorsun." dedi genç adama.

  Durdu adam, önüne baktı. O günü hatırlıyordu.

  Son duruşması için bulunduğu yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesinden çıkarıldığı gündü yirmi mart sabahı. Havada gergin bir sessizlik vardı. Bileklerinde kelepçeler, zırhlı aracın soğuk metal duvarları arasında her zamanki gibi tek başınaydı. On sekizinin ortalarında olmasına rağmen ruhunda yüzyılların karanlığı vardı. Hakim karşısına çıktığında yüzüne ustalıkla yerleştirdiği ifadesizlik, onu bir taş heykel gibi gösteriyor, hakkındaki dosyaları dinliyordu.

REQUIEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin